“Toplumsal duyarlılık sadece nezaket değil, insanlığın özü ve vicdanın ölçüsüdür.”
Hayatın tadı yalnızca kendi mutluluğumuzla değil; çevremizdekilerin, sevdiklerimizin de mutlu olmasıyla çıkar. “Rabbena, Rabbena, hep bana, hep bana!” diye düşünen biri olursak ne huzur kalır ne bereket…
Büyüklerimiz ne güzel derdi:
“Dışarıda bir şey yersen, ondan ailene de tattır!”
Anan-baban huzurevinde, sen kendi evinde rahatça yaşıyorsan, bil ki kalbinin bir yanı ölmüştür. İnsan, ana-babasına, akrabasına, arkadaşına karşı duyarlı olmalı, sorumluluk hissetmelidir. Bunun aksine davranışlar bir çeşit ego hastalığıdır.
Bugün ülkemizde birçok kişi “çekirdek ailem eşim ve çocuklarımdır, gerisi tın!” anlayışıyla yaşıyor.
Oysa senin yediğini annen baban yiyemiyor, senin oturduğun evde oturamıyor, bir bardak su verecek kimsesi yoksa — sen gerçekten mutlu olabilir misin?
Günlük hayatta çok acı örneklere tanık oluyorum. Bir aslanın, kaplanın eş ve yavrularına şefkatle davrandığı kadar bile olamayan insanlar var. Eşine, çocuğuna şiddet uygulayanları iğrenç ve utanç verici buluyorum.
Otobüste, hastanede, gişede yaşlıya, hastaya, hamileye yer vermeyen; üstelik bir de bağırıp çağıran biri hâline geldiysek, insanlığımızı sorgulamanın vaktidir.
Yalnız hastaneye gidip gelen yaşlıları gördükçe içim sızlıyor. Şükür ki hâlâ sorumluluk sahibi insanlar var; onlar yardım ediyor. Dilerim ki, hastaneye yalnız gidenlerin durumları, yakınlarının “psikolojik” varsayımlarıyla geçiştirilmiyordur.
Sokaklarda, caddelerde pet şişeler, sigara izmaritleri, meyve kabukları görmek; toplum olarak duyarlılığımızın ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor.
Demem o ki: Mutluluk bireysel değil, toplumsaldır.
Ebeveynlerin, akrabaların, arkadaşların mutluluğunu kendi sorumluluk alanında görecek kadar duyarlı olmalıyız.
Evet, herkesin maddi ve manevi ihtiyaçları vardır. Fakat kimisi bu ihtiyaçları israfa kadar götürürken, kimisi temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz. Doğalgaz yakamadan, et, yumurta, meyve yiyemeden yaşayan milyonlar varken; kim gerçekten mutlu olabilir?
Bir de hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı hâlde gelirini, birikimini kimseyle paylaşmayan insanlar var. Onları araştırın; hiçbirinin mutlu olmadığını göreceksiniz. Tek gayeleri ellerindekini artırmak, biriktirmek... Hatta hâlâ “maddi sıkıntım var” diye sızlanmak! Pes doğrusu!
Sanki demek istiyorlar ki:
“Ben ne Allah’a ne kula yararım; ayaklı bir egoyum. Dünya, sorumluluklarımın dışındadır.”
Gerçek mutluluk, paylaşmakla çoğalır; bencillikle tükenir. Duyarlılık, insan olmanın en büyük imtihanıdır.