Yaşamaya çalıştığımız yerkürede her gün milyonlarca kişi doğuyor ve milyonlarca can da yaşama veda ederek çekip gidiyor. Ülkemizde ise doğal ölümlerin haricinde her gün bir şehit haberi içimizi parçalıyor. Hiç tanımadığımız, hiç görmediğimiz gencecik fidanlar ya hain tuzaklarla ya da hainlerle vuruşarak can verirken canımızı yakıyor.

Her ölüm acı verir; ama anılarınızın olduğu ve sevdiğiniz birinin ölümü kesinlikte sizde daha büyük yaralar açar.

Hele belli bir yaşa gelmişseniz, sevdiğiniz kişilerin ölümü yüreğinizi bir mezarlığa dönüştürür. O mezarlıkta anılarınız vardır. İster kan bağınız olsun, isterse olmasın; önemli olan sevdiğiniz ve dostluğuna güvendiğiniz birinin anılarını size emanet ederek bu dünyadan "eyvallah" demeden göçmesidir. Ve bilinmeyen yerler için bir kefenle yola çıkan arkadaşınızın bu göçü sizi acıtmaz mı?

Mesela, gençlik yıllarının büyük bölümünü Sivas'ta geçiren bu satırların yazarı, genç yaşta hayatını kaybeden Mustafa Kemal Koraltan'ı nasıl unutsun!?

Nazım Hikmet hayranı olan Ömer Nazmi'ye sırf Mehmet Akif Ersoy'u sevdirmek için, sabaha kadar bağıra bağıra Safahat'ı okuyan bir dost, bir arkadaş hiç unutulur mu; yıllar önce alınan ölüm haberi sırtına yediği bir hançer olmaz mı; bir dostun ölümü geride bıraktıklarına ihanet gibi gelmez mi?

Mesela, bir zamanların acar futbolcusu Tuncer Canyurt'la yaşanan anıları, göğsündeki mezar denilen yerden bir gömü gibi çıkartıp bakmazsa sevginin ve dostluğun ne anlamı olabilir ki!

Sivas Demirspor'da başlayan futbol hayatını, 1. Lig'de Kırıkkalespor'un formasıyla devam ettirirken Beşiktaş maçında dizinin dönmesine neden olan rakip futbolcunun üzüldüğünü görünce teselli eden, meslektaşımın üzülmesine dayanamam, diyen o yufka yürekli nasıl unutulur? Daha sonra Karagümrük'te futbola veda eden Tuncer Canyurt'la sıkı yıllarda geçen sıkı dostluk anılmaz mı? Ve ölüm haberini kardeşi Turgay Canyurt'tan alan bu satırların yazarının dünyası yıkılmaz mı?

Peki, dünyalar güzeli Sumru Yağmurdereli ile her İstanbul'a gittiğinde derin sohbetlere dalan, sabahlara kadar tavla oynayan Ömer Nazmi, kanserle mücadelesini kaybeden Sumru'yla olan anılarını anmaz ise ayıp etmiş olmaz mı? Zar tuttuğum için pulları başıma yağdıran biriyle yaşanan anıları silmek mümkün mü?

Bu isimler benim en kral arkadaşlarımdı.

Yaradan, şimdiki kral arkadaşlarımın acı haberinden korusun!

..

Geçen gün de bir imparatorun acı haberini aldım.

İbrahim Münir Postlu.. İsminin baş harflerinden dolayı arkadaşları tarafından İmparator olarak hitap edilen biri.

Kız kardeşime uzun yıllar eşlik yapmış biri.

Umut ve Güneş'in babaları.

Kız kardeşimden ayrıldıktan sonra da yıkılmayacak dostluğumuzu arada bir de olsa telefonlaşarak yaşatmaya çalıştık.

Benim, Zeki ağabeyi, dediğim İbrahim Münir Postlu kimdi?

Çok kısaca anlatayım.

Hayata küçük yaşta atılan ve ilk olarak sağlık memurluğu yapan, daha sonra Gevher Nesibe'yi bitirerek Sağlık Meslek Liselerinde öğretmenlik yaparken Ankara Hukuk Fakültesi'nden de diplomasını aldıktan sonra avukatlık yapan ve mesleğinin zirvesindeyken sevdiklerini bırakıp göçen biri.

İlk olarak Ankara'da Börekçi İş Hanı'nın 4. katında açtı avukatlık bürosunu.

İlk davasını ve ilk müvekkillerini söylemeden geçmek olmaz.

Akşama yakın saatlerdi, bürosunda oturmuş çay içiyoruz. Altı kişi girdi içeri. Selamdan ve kısa bir sohbetten sonra, söylediler.

"Avukat bey, biz altı arkadaş falanca şirketten çalışırken, tazminatsız olarak işten atıldık. Biz sizi tanımayız, siz de bizi; eğer uygun bir ücretle hakkımızı savunursanız seviniriz!"

Dünya görüşü emekten ve emekçiden yana olan Zeki ağabeyimin o anki gözlerindeki parıltıyı asla unutamam. Uzun uzun dinledi, sonra saatine baktı ve kartını verdikten sonra "noter kapanmadan vekaletlerinizi getirin, para işi kolay," dedi.

Çok geçmeden vekaletler geldi. Aralarından biri, biz size bir miktar para verelim, masrafınız olacağını düşünüyoruz, diyerek elindeki parayı masanın üzerine bıraktı. Zeki ağabeyim, "alın paranızı, siz şimdi işsizsiniz, size daha çok gerekir," dedi ve parayı geri verdi.

Davayı kazandığını biliyorum, bir şey daha biliyorum, o emekçilerden ücret almadı!

Şimdi söyleyin, imparator olmak için taç, taht, kaftan şart mıdır?

Yeğenlerimden oğlu Umut, onun umuduydu, kızı Güneş de onun güneşiydi.

Umudunu da bıraktı, güneşini de!

..

Ve cuma akşamı, arayarak sesini duymak istedim.

Bir kadın sesi karşılık verdi.

Telefondaki ismimle hitap etti. "Buyurun Nazmi bey!"

Zeki beyle görüşecektim, dedim; "müvekkili misiniz," dedi.

"Yok," dedim, "bir zamanlar kayın biraderiydim, ama o benim hep ağabeyimdir!"

"Ben Özlem," dedi, "ben de avukatım ve Zeki beyle birlikte çalışıyorduk, nasıl desem bilmem ki!"

Geçmiş zamanlı kullanılan bir cümlenin ne anlama geldiğini bilirim. "Ne oldu," dedim, "çok kötü," dedi ve ilave etti, "kalp krizi!"

Ölümü asla yakıştıramadığım için, "peki, şimdi nasıl," diye sordum.

"Maalesef kaybettik!"

..

"Maalesef kaybettik!"

Bu iki kelimelik cümle bir balyoz gibi iki kez indi.

Her nasıl olduysa o an, sayfalara sığmayacak anılar bir film şeridi gibi gelip geçti.

Siz gitmeden sevdikleriniz çekip giderse, anılarınıza sahip çıkın. Çıkın ki anıların anlamı olsun!

Herkesin arkadaşı, sevdiği, gerçek bir dostu olabilir; peki ya imparator!

Belki sizin de bir imparatorunuz vardır da siz farkında değilsiniz!

Eğer fark ederseniz, o gitse bile, siz gidene kadar o taht hep onun olacaktır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.