Asırlar var ki; millet olarak; sayısız can, hesaba gelmez sıkıntı ve rahatsızlık karşılığında bu toprakları yurt tutmuş, vatan eylemişiz. Gün gelmiş dünyaya hükümdarlık etmişiz, gün gelmiş; korkunun, açlığın, yoksulluğun hüküm sürdüğü bu coğrafyada, dört bir yandan düşmanla sarılıp, esaret altına alınmak istenmişiz.
         Ne zaman ki; kendi içimizde bölünmüş parçalanmış, aramıza fitne ve ayrılık tohumları ekenlerin oyununa gelmişiz, işte o zaman kara günler başlamış, dört bir yanından acılar, zulümler ses vermiş vatanın… Nice yüreklere ateş düşmüş, ahlar semâyı tutmuş ve nice türküler yakılıp, ağıtlar söylenmiş bu durumu anlatıp hikâye eden…
         Çünkü; “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini” ve bunu çekip çıkaracak güçten, kuvvetten uzak düşmüşüz. Hem de kendi ellerimizle, kendi gücümüze sahip çıkmayarak, kendi kendimize etmişiz bütün bunları ne yazık ki…
         Ne zaman ki birlik olmuş, bütünlüğümüzü bozmamış; bozmaya çalışanlara topyekûnkarşı koyma bilinç ve kararlılığını göstermişiz; aramızı açmak, bizi birbirimize düşürüp parçalamak isteyenlere fırsat vermemişiz, işte o zaman hiç kimse toprağımızın bir karışına bile göz dikmeye cesaret edememiş. Bu birlik ve beraberlikle, bu sırt sırta verişle, daha nice zorlukları aşmış, nice felaketlerin üstesinden gelip, acıları paylaşarak azaltmış, eskisinden daha güçlü bir şekilde yolumuza devam etmişiz.
         Millet olarak geçen günlerde de işte böyle bir acıyla derinden sarsıldık. Van ve Erciş’teki deprem felaketi sebebiyle birçok insanımızı kaybettik, birçoğu ise yaralı haldeler şimdi… Hâlen toprak altında bulunan ve henüz ulaşamadıklarımızın olduğu depremin benzerini ve hatta daha büyüklerini yaşadı geçmişte de ülkemiz…
         Geçmişte benzerlerini ve hatta daha büyüklerini yaşayan ülkemizin kaybı; sadece depremde toprağa verdiklerimiz değil elbette ki… Bu topraklar için savaş anında olduğu gibi, barış anında da can veren, yaralanan fidan gibi yiğitler her zaman var. Zira düşman, sadece dışta değil, içte de faaliyetini sürdürüyor ve ona alet olanlar, oyununa gelenler, bu toprakların çocuklarını pusularda, mayınlarda tuzağa düşürerek şehit ediyorlar.         
         Ancak bütün bu acılar bizim birbirimize daha çok kenetlenmemizi sağladı ve aramızdaki bağların ne kadar güçlü, ne kadar köklü olduğunu, geçmişinin yüzyıllar öncesine gittiğini bizlere bir kere daha hatırlattı. Acı bizi birleştirdi; doğudan batıya, kuzeyden güneye bir ve bütün olduğumuzu bir kere daha sergiledik. 
         Bu toprakları ele geçirmek için asırlardır plan, program yapan düşman, bu yolla aynı zamanda bu oyuna alet olanları da öldürtüyor ve kullanıyor. Hem de kendi vatanına karşı kullanıldığının ve oyuna getirildiğinin farkında bile olmadan ölüyor onların çoğu… Hain, kalleş ve vatanına ihanet etmiş damgası yemiş olarak bir de…
         Ancak hemen belirtelim ki; doğru olan sadece acıların birleştirmesi değil; bunun yanında sevinçlerin ve güzelliklerin de bir araya getirmesidir. Geniş zamanda da bu davranışı, bu kenetlenmeyi, birbirimize olan sevgimizi, saygımızı, hoşgörümüzü göstermeliyiz ki; dar zamanda gücümüz daha fazla olsun ve dost-düşman herkes bu görüntüden kendine düşen payı alsın. Dostlarımız sevinip gönensin, düşmanlarımızın ise cesareti kırılsın.
         “Ey Anadolu'm, güzel yurdum! Sen, kederi kederimize, sevinci sevincimize, kaderi kaderimize benzeyen ölümsüz vatanımız... Ağrı'da dik başlı, Güneyde Fırat akışlı, Toroslar’da sümbül kokuşlu, Antalya'da dört mevsim yazlı, Erzurum'da "on bir ay yirmi dokuz gün kışlı" güzel Türkiye'm... Yozgat'ta kömür gözlü, Isparta'da gül yüzlü Anadolu'm... Sen bin yıldır doğanımıza beşik, ölenimize mezar oldun. Bizler de beşikten mezara kadar sana sahip çıkacağız.” (Ali YÜCEL-HATAY-Dörtyol Payas Yunus Emre İlköğretim Okulu Öğretmeni )
         Ve bir daha, ülkemizin inkâr edilemez gerçeği olan depremlerde, böylesine büyük kayıplara uğramamak için, gerekli tedbirleri önceden alma duyarlılığını göstermemiz gerektiğini hatırlatıyor, “Bir Acı Zaman...” diyerek kayıt düştüğüm mısralarla bitiriyorum sözlerimi…
         Bir sam yeli estiğin de
            Çoktan yürümüştü toprağın damarlarına ışık
            Ve hüzünlülerin
            Ve coşkuluların hepsi de
            Bir yıkılışın bir sarsılışın
            Bir çöküşün ardından
            Bir hareket-i arzsonrasında
            Mezar edindiler evlerini
            Kendilerine
         Sallanan bir büyük coğrafya
            Ebedi ve büyük bir acı dağıttı
            Ülkenin her yerine
 
         Yaşamışlar / Yaşayacaklar
            Gün görmüşler ve görecekler
            Bir arada
            Göç ettiler bir günün ortasında
            Ölümsüzler yurduna
 
         Gün gün tükenirken zaman
            Kurtarılamadı insanlar
            Kara toprağın
            Kara bağrından
 
         Ey
            İki gözü iki çeşme olmuş can
            Sevdiklerine ecelin
Sonbaharda öğle zamanı 
            Ötelere kapı açacağını
Nerden bilebilirdin
        
         Ama kim inkâr edebilir?
            Alınmayan tedbirlerin
            Ve tedbir sahiplerinin tedbirsizliğinin
            Kurbanı olduğunu
            Birçok ölenin
         Ve şimdi bir anda toprağın altını mekân tutan o “Kurban!..” a şöyleseslenmelisin:
Sözde insanların yüzündeki maskeyi yalnız sen yırtacaksın. Bizi noksanlıktan insanlığa yalnız sen ulaştıracaksın.! (...) Yazık; o gün gelir gelmez can kaygısına düşüp feryat edenlere! (...) Yazık o insanlık şehidini silik bir hatıra sanıp, fazilete karşı unutulma tehdidini savuranlara!
         Sordular mı acaba
            Akıl ve vicdan sahipleri
            Bu suçun bu acı demetinin hesabını
            Kalbi karalardan şimdiye kadar
 
         Ey acının
            Ve ölümün kalbine ansızın inenler
Sizden sonrakiler için
Elinizden alınan hayatlarınız
Ve başka hayatlar için
            Ruhunuzdan yükselen feryatlarla
            Sarsın ve titretin
            Sorumluluklarını yerine getirmeyenleri
 
Ve şu cümlelerle duyurun onlara
            Yaşayacakları büyük ve ölümsüz gerçeği
 
         “Sizin için çalınacak saat yaklaşmıştır: Vicdan azabını kim temizleyecek? Topraklara karışacaksınız, eseriniz nerede? Otlar ve hayvanlar gibi gelip geçeceksiniz; mahvolmak zaten mukadderken, insanî ve muazzam bir eserin içinde yaşamaktan güneş durdukça mahrum olacaksınız.” (Hilmi Ziya Ülken, Aşk Ahlakı, s.120)
 
(*) Bu yıl ki Dadaş Film Festivali’nde, değerli Nil Gürpınar’ın isteği üzerine yaptığım konuşmanın metni… Sinemayı şiirle birleştirme duyarlılığını gösteren Nil Gürpınar’a teşekkür ediyorum.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.