Hafızanızdan şikâyetçi misiniz? Bu soruya; gerginliğin, kargaşanın ve kavganın gündemde olduğu,birileri tarafından sürekli gündemde tutulduğu çağımızda, çoğu kişinin "evet" cevabını vereceğini tahmin edebiliyoruz. Doğrusu; “gerginliğin, kargaşanın ve kavganın” bol olduğu günümüzde, hafızanızdan şikâyetçi olmamanız çok zor... Bazen yakın bir arkadaşımızın, oldukça samimi olduğunuz bir kimsenin bile adını hatırlayamadığımız oluyor. Bu durum ise sıkıntı ve üzüntü vericidir insana... Meselâ şöyle bir sahne yaşamayanınız pek azdır tahminimizce:
Eskiden bir arada olduğunuz, ama çeşitli olayların araya girmesiyle samimiyetinizin kesintiye uğramasından mütevellid, uzun zamandır görmediğiniz bir arkadaşınızla karşılaştınız sokakta. Birden bire onun adını unuttuğunuzun farkına varıyorsunuz ve tabiidir ki bu sizi çok rahatsız ediyor. Bir yandan o kişiyle konuşurken, bir yandan da adını hatırlamak için hafızanızı zorluyorsunuz. O ana kadar değişik manevralarla zevâhiri kurtarmaya çalışarak konuştuğunuz kişiye, ancak adının ne olduğunu hatırladıktan sonra ismiyle hitap etmeye başlıyorsunuz. Hele yanınızda biri varsa ve ikisini bir birine tanıştırmanız icap ediyorsa, bu durumda çektiğiniz sıkıntı daha da fazlalaşacaktır. Ve oradan ayrıldıktan sonra, hemen dilinizin ucuna şu cümlenin gelivereceği kesin... "Hafızam ne kadar da zayıflamış".
Aslına bakılırsa, eğer bir rahatsızlığa ya da daha başka sebeplere dayanmıyorsa, hafızanın zayıflaması diye bir şey yok. Sadece, araya zaman girmiştir ve hafıza o ismi gerilere atarak, önceliği daha çok karşılaştığınız, daha çok bir araya geldiğiniz kişilere vermiştir. Yani; unutma ya da unutmama, hatırlamanız gereken şeye ithaf ettiğiniz önemle ve dönemle yakından ilgilidir. Ne var ki; eğer bu isim sizin için çok şey ifade ediyorsa, o halde bilinçaltına inmeden, hafızanızda durması için lâzım gelen egzersizleri yapmalısınız. Bir başka ifade ile, kafanızda tutmak istediğiniz kavramı, ilk okuduğunuzda ya da ilk duyduğunuzda, bir kaç defa tekrarlayarak bunu hafızanızın bir köşesine nakşetmelisiniz ki; ona ihtiyacınız olduğu zaman çağırdığınızda hemen gelsin.
İnsanların hafızaları olduğu gibi, tabii ki milletlerin de hafızaları var. Hafızasını kaybetmiş bir millet, millet olma şuurunu da yitirmiş, bilinçsiz, ne ettiğinden, neyi, niçin yaptığından haberdar olmayan kaba bir insan topluluğudur. Bir milletin hafızasında ki ana ögeler, dil, tarih, kültür ve inançla ilgilidir. Dili bozulmuş, tarihine tekme sallayan, kültüründen en ufak bir feyz almak istemeyen, inancını yaşamak için gayret sarfetmeyen bir topluluğa millet diyebilir misiniz? Ya da; bütün bunları yaparak ayakta kalabilir mi bir millet? Böyle bir erozyona, toplumun uzun müddet tahammül göstereceğine ne derece inanabilirsiniz?
Ne yazık ki, içine sokulduğumuz cenderede bazı kalbi kara yılan yüzlüler, bizi hep buna inanmaya zorlayarak, hafızamızdaki değerlere düşmanlığımızı, dolayısıyla onlardan bir an önce kurtulmamızı körüklüyorlar. Bunun en iyi yardımcısı ise, ellerine geçirdikleri basın ve yayın sektörü medya bugün...
Çok çabuk unutan ve çok fazla kanan bir millet olduğumuz bilinmekte... Oysa; ülkenin şimdilerde içine itilmeye çalışıldığı kaosun bir başka pratiğini, 12 Eylül 1980'den önce de yaşamamıza rağmen, bugün ortada dönen dolaplarla, o gün olanlar arasında bir bağlantı kurmak gerektiğini düşünmek istemiyoruz. Halbuki gaye yine aynı... O gün de ülkeyi bölmek, parçalamak birilerine yem yapmak istiyorlardı, bugün de... Ne var ki, harekâttan sonra, ortaya çıkan bir kaç yıllık suni bir sükût, bize, bir kaç yıl öncesini, o bir kaç yıl öncesinde kara toprağa verdiğimiz civanları unutturdu. Ve; fıtratımıza düşman eliyle kazınan bu unutma hastalığının, devleti ve toplumu getirdiği noktaya bir bakın...
Civanları yine ellerimizle kara toprağa gömüyoruz. Hem de ne idüğü belirsiz bir idealin bizden kopardığı hain ellerin pususunda kaybederek... Bu uğurda, ülkemizin yıllardan beri verdiği şehit sayısı binleri çoktan aştı. Ana babaların bin bir meşakkat içerisinde büyüterek milletine armağan ettiği gencecik fidanlar ve hiçbir şeyden habersiz siviller; kendini inkâr edenlerce atılan pusularda canlarını yitirirken ya da yaralanırken, kaybedenin bütün bir ülke olduğu gerçeği, amaçlarına hizmet ettiği için, birileri tarafından kasıtlı olarak hâlâ görmezden geliniyor.
Çukurovalı Âşık Feymani'nin mısralarıyla, bilmem ki, bunu yapanlara "NE DEMELİ?"…
 
                "Milletime kötü gözle
                Bakanlara ne demeli?
                Yaşlıya, çocuğa kurşun
                Sıkanlara ne demeli?
 
                İslam denen gerçek dinden
                Bugünden, yarından, dünden
                Türk olup ta Türklüğünden
                Bıkanlara ne demeli?
 
                Feymani'yim gördüm bunu
                Bu oyun düşman oyunu
                Bölücülük tohumunu
                Ekenlere ne demeli?"
 
Ne dersek diyelim... Yüreğimizdeki acılara her geçen gün yenileri ekleniyor. Fakat, şurası iyice bilinmeli ki, artık bu tür olayların önünü almak ve bir daha yaşamak istemiyorsak; fert olarak, millet olarak, devlet olarak, hafızamıza, hafızamızdaki bizi biz eden, bizi birbirimize bağlayan değerlere sahip çıkmalıyız.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.