Nasıl eğleniyorlar benimle bir bilsen. Nasıl arkamdan gülüyorlar.Onlara baktığımda nasıl susuyorlar bir bilsen. Yüzlerini görsen herkesin, bana baktıklarında suratlarına verdikleri yalancı hüzne tanık olsan. Biliyorum iğrenirdin.
Arkadaşı yıldızlar olan dev bir çınar ağacı tanıyorum. Yerin dibiyle köklerinden dostluk kurmuş, etrafında kimsecikler olmayan yüzyıllık bir çınar ağacı. Koca gövdesinin kolayca ulaşılamayacak bir kıyısında ismimizin baş harflerinin bulunduğçınar ağacından bahsediyorum. Biliyorum ne zaman çınardan bahsedilse senin de aklına hemen o gelir.Kalabalıkların arasında heybetli bir yalnızlık abidesi gibi dikilir durur olduğu yerde. Yakından bakıldığında yüreğinden çürümeye başladığı anlaşılır hemencecik. Kimsesizliğin acısıyla kaskatı olmuş kabuklarına dokunulduğunda, içinin yumuşaklığı ele verir kederini. Belki bir çınar ağacı daha dikilmiş olsaydı zamanında yanı başına, bu kadar hüzünlü bakmazdı etrafında dolaşanlara.
Karanlığın dibini gördüm. Öyle güzeldi ki. Sonuna gelmek iyidir bir şeyin. Umut beslemek, belkilerle dolu bir hayatı gıdım gıdım yaşamak nefesini keser insanın. Umutsuzca çabalamanın bir sonu olmalı elbet. İnsan, çaresizliğin doruğuna çıktığını anladığında ‘yenildim diyebilmeli. Gırtlağına kadar acıyla dolu olsa da, ciğerlerine çekebilmeli keskin ilkbahar rüzgarını.
Elimde kuşyemi dolu küçük metal kutuyla, avlusu güvercin dolu caminin önünde dikiliyorum. Aslında kutuya elimi daldırıp avuçlamam gerekir yemleri, memnun etmek için her yanımda telaşla bekleyen güvercinleri. Elim kutuya dalmıyor. Sabırsız iki güvercin bir türlü kendilerine gelmeyen yemlere doğru kanatlanıyorlar. Metal kutu, güvercinlerin gagasıyla çaldıkları ilahi bir çağrıya dönüşüyor. İçimden sen geçiyorsun. Güvercinler senin için ağıt yakıyorlar. Ben hareketsiz bekliyorum.
Karanlığın dibini gördüm. Öyle güzeldi ki. Aklımdan torunlarını avutmak için taş parçalarını kazanda kaynatan ninenin, feryat figan ağlayarak çaresizlikleriyle dünyayı acıtan torunları geçti. Karanlığın dibini gördüm. Kaçıncı olduğu önemsiz bir dünya savaşında siper kazıp, pusu kuran askerlerin içinde saklayamadıkları korku düştü aklıma. Düşündükçe anlıyorum, kıvanç duyulmayan her şey utanç verici olmuyor.  Ancak neden olduğu anlaşılmayan her şeyin yürek dağlayıcı olduğu kesin. Bütün umutlarını bitirebilse insan, taşı kaynatmaktan vazgeçebilse nine, siper kazıp pusu kurmaya bir son verebilse asker,ben senin artık gelmeyeceğine sonuna kadar inanabilsem. Karanlığın dibini görebilsek hep birlikte!
Ne yese insan, açlığı gider. Ne giyse örtebilir örtülmesi gereken yerlerini. Bir ağaç altına da sığınsa koruyabilir yağmurdan kendisini. Balıkları sırdaş sayabilir, martılarla oynayabilir pekala. Ne yapsa insan kimse görmemişse saklayabilir. Kral ilan edebilir kendisini aklından uydurduğu ülkeye. Ne zaman istese gidebilir hayallerinde kurduğu o kente.
Yeter ki, vazgeçebilsin umutlarından. Angelos Sikelianos’un dediği gibi görebilsin karanlığın dibini.İnansın olabilecek en kötü şeyin sürüncemede kalan şey olduğuna.  
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.