108 YIL ÖNCE Erzurum Ruslar tarafından işgal edildi. Artık iki yıldan fazla sürecek işgal yılları başlamıştı. Bu acılı yıllarda “Talih zebun, düşman kavi ve dost yoktu”. İşte bu şarlar altında şehir düşüyordu. Erzurum’un dostu da yoktu.. Talihi de..
31 Ocak 1916 kışında başlayan Rus Taarruzu Türk Ordusu tarafından durdurulamıyordu. Bunu gören hisseden, duyan halk bulabildiği öküz arabasıyla, at arabasıyla veya yaya olarak asırlardır oturduğu köyünden, kasabasında batıya doğru Erzurum’a doğru göç ediyor, 820 bin olan vilayet nüfusu 200 binlere düşüyor, 80 bin olan şehir nüfusu 8 binlere geriliyordu.
Kış şartları ağırdı. Sıcaklık eksi otuzlara düşüyor, sular buz kesiliyor, eller, ayaklar donuyor, insanları mutlak bir ölüm bekliyordu.
Pasin ovası sükût etmişti. Ağlamak isteyenler ağlayamıyor, çocuklar soğutan donma tehlikesi geçiriyorlardı. Tüm bu şartlarda Azaptan, Köprüköy’den ve Pasinlerden insanlar Rus işgalinden kaçıyorlardı.
15 Şubat 1914’e gelindiğinde Deveboynundan, Laleliden çok zor şartlar altında insanlar Paşapınarına ulaşıyor, uzakta Karskapıyı görünüyordu... Bir tarafta siviller, diğer tarafta askerler şehre doğru düzensiz bir biçimde geri çekilirken Rus topçusu mütemadiyen insan guruplarının üzerine topçu atışlarını sürdürüyordu.
Ruslar Kargapazar dağlarını aşmış, Köşk köyünden, Köse Mehmet gediğinden akın akın Erzurum ovasına inmiş, Giregösek, Umudum köylerini geçerek Tivnik köprüsünden geçip Türk ordusunu arkadan kuşatmaya çalışıyordu.
Tüm bu karmaşa içinde Karskapı’dan şehre giren insanlar ne yapacaklarını bilemiyor, kalacakları bir yer, içecekleri bir bardak çaya hasret kalıyorlardı. Ne acıdır ki Erzurum içinde oturan ahalide Rusların yaklaşması üzerine arabası olanlar arabayla, gücü yetenler yaya olarak çoktan şehri terk etmişlerdi.
Tüm Hasankale, Horasan köyleri, Tortum'un köyleri can havliyle batıya göç ediyor, Karskapı’dan şehre girenler hayalet haline gelmiş olan şehir içinden geçip İstanbul kapısından şehri terk ediyorlardı. Artık ölüm kol geziyor, açlık, susuzluk, hastalık insanları perişan ediyordu. İşte bu ortamda işini en rahat yapan Azrail oluyordu(A.S).
Ordu birlikleri çekilirken acıklı sahneler o kadar çoktu ki…. Ne yapacağını bilemeyen insanlar ve bir yolunu bulup şehri terk edemeyenler askerlerin boynuna sarılıyor, “Bizi kime, hangi kanlı bıçakların altına bırakıp gidiyorsunuz? Diye feryat ve figan ediyorlardı.
Evlatlarını bekleyen asker anneleri gözyaşlarına boğuluyor, anasını kaybetmiş yavruların feryatları yeri göğü inletiyordu. Babalarını bekleyen ev halklarının gözyaşları sel olup akıyor, bu manzara dayanılamayacak bir hal alıyordu.
Hastanende yürüyebilecek hastalara gidin başınızın çaresine bakın denilirken, yarası kanayan, dizlerinin bağı çözülmüş olan askerler sokaklara atılmış, mutlak ölümü bekliyorlardı. Acaba bir araba geçer beni alabilir mi, bir atlı terkisine bindirip meçhule götürebilirmi bekleyişleri tufanı andırıyordu. Öyle ya gemiye binenler kurtulacak geride kalanlar yok olup gidecekti.
Çaresiz insanlar bizi burada bırakmayın, düşmana teslim etmeyin, sesleri içinde çekilme emrini almış askerler batıya doğru gidiyorlardı…. Zavallı Mehmetler bu manzaralar karşısında için için ağlıyor, ellerinden bir şey gelmiyordu.
Gözlerde yaşlar süzülürken belki bir ümitle, dudağındaki bir ah sesiyle “beni bırakma, gitme, göğsümde al bayrağımın kızıllığı, yurdumun sevgisi var” diye yalvarıyorlardı.. “Bunları söndürüp gitmeyin ey bilgili, kuvvetli yiğit erlerim ne olur bizi zalim Rus’un, gaddar, kalleş Ermeni’nin eline bırakmayın” diye yakarışlar Erzurum semalarını kaplıyordu.
Beri taraftan Rus uçakları önceden belirledikleri yerleri bombalıyor, ordu çekilirken cephaneler düşman eline geçmesin diye patlatılıyor şehir yangın yerine dönüyordu. Dumanlar, alevler ve feryatlar göğe yükseliyordu.
Ordunun geri çekilmesi için yiğit delikanlılar, gençler ellerine geçirebildikleri silahlarla Kargapazar dağında, Köşk Köyü etrafında Dumlu boğazında düşmanla dövüşüyor, düşman ilerleyişini durdurmaya, yavaşlatmaya çalışıyor, böylece Ordu Ilıca istikametine doğru çekilmesini sürdürüyordu.
Bu kahramanlar Erzurumlu gençler esir düşmek, şehit olmak pahasına var güçleriyle donanımlı Rus ordusuna karşı koyarak Ordunun salimen Karasuyun kuzeyinden Daphan Ovasına doğru çekilmesini sağlıyor, gün uzadıkça uzuyor, akşama doğru hakkın rahmetine kavuşuyorlardı.
Bu kahraman gençler, mevzilerini korumak için geride bırakılan Mehmetler her türlü kahramanlığı göstermiş, aç, susuz kalmış, karlar arasında rüzgârın perişan ettiği mevzilerde kalmış, bir bölümü donmuş, bir bölümü göğüs göğüse çarpışmış, uyku nedir bilmemiş, Allah’ın insanoğluna verdiği her meziyet yerli yerinde kullanılmış, ne göz ateşten, ne göğüs süngüden esirgenmiş, komutanından erine, siviline herkes görevini yapmış, vatan uğruna canlarını feda etmekten çekinmemişti. İman doğu göğüslerle hakka teslim olmuşlardı.
Sancağın şan ve şerefini canları pahasına korumuş, son anda sağ kalanlar geri çekilerek milletin sancağını düşmana teslim etmemişlerdi.
Ne acıdır ki üstün askeri güçle saldıran Ruslar 16 Şubat sabahı şehre muhtelif noktalardan girmiş, ilk anda yedi yiğit DADAŞI kalede idam ederek asmış, 17 Şubatta 600 Erzurumlu evlerinden alarak Nargin ölüm adasına sürgüne göndermişlerdi.
Erzurum iki yıl, bir ay, sekiz gün işgal atında kalmış, acılardan acıların çekildiği işgal yıllarını yaşamışlardı.
Duam ve temennim şudur ki, Allah bir daha Türk Milletine bu acıları yaşatmasın, yaşatacaklara fırsat vermesin. AMİN.