Siyasi tarihimizde en hızlı değişim: 1808 tarihinde ilan edilen Sened-i İttifak’la başlayıp 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı, 1876 yılında kabul edilen Kānûn-i Esâsî ile I. Meşrutiyet, 1908’de ilan edilen II. Meşrutiyet ve 1923’de ilan edilen Cumhuriyet dönemleridir. Bu dönemlerin toplamı 115 yıldır. Cumhuriyetin ilanından günümüz 2025’e kadar geçen süre 102 yıldır. Toplamda bu değişim 217 yıllık bir süreyi kapsamaktadır.
Bu süreye Türk İnkılabı denmektedir. İnkılap sözlükte; fikirlerde, görüş ve bilgilerde özellikle siyasi hayatta meydana gelen değişiklik ve yenilik olarak kullanılmaktadır.
Devlet ve millet olarak hayat görüşümüz ve siyasi değişimimiz gerek dış baskılar gerek iç gelişmeler ve gerekse çağı iyi anlama ve yorumlama sonucu olmuştur.
Bu değişim bize şunu göstermektedir: Değişen dünya görüşleri, değişen hayat şartları nedeniyle siyasi sitemler olmuş bitmiş değil, olmakta olandır. Daha iyi bir siyasi geleneği sürdürülebilmek için devlet kadrolarında ister seçilmiş ister atanmış olanlar iyi yetişmiş, liyakatli, bilgili ve tecrübeli olmaları gerekir. Hani yağma yapılmamalıdır.
Türk siyasi hayatındaki bu değişim devrim yoluyla değil, tekâmül yani evrim yoluyla olmuştur. Hemen her bir siyasi değişim bir önceki uygulamaların eksiklerini zaman zaman tamamlanarak yürümektedir.
Cumhuriyetin öncesinde Meşrutiyet döneminde tartışmaya konu olan hemen her bir konu ve düşünce cumhuriyette uygulama fırsat bulmuştur.
Buna en iyi örnek: Millî Eğitim Bakanlığı’nca ortaokul/rüştiye ve lise/idadilerde okutulmak için Dr. Hazık’a 1328/1912 hazırlatılan MALUMAT-I AHLAKIYE VE MEDENİYE adlı eserde öğrencilere meşrutiyet hakkında şu bilgi verilmektedir:
“Meşrutiyet Nedir? Meşrutiyet insanların hürriyetlerini yani haklarını muhafaza eden bir idaredir. Dünyadaki milletler muhtelif surette idare olunurlar, bunların başlıcaları 3 türlüdür. O da: İdare-i mutlaka, meşruta, cumhuriyedir.
İdare-i mutlaka da bütün bir millet yalnız bir hükümdarın emrine tabi olur. Bu idarede hükümdar çoban, millet ise bir koyun sürüsüne benzer. Hükümdar onları önüne katıp istediği gibi sağar, istediği yere götürür. Hükümdar çobanlığı kabul etse bile millet hayvanlığı kabul etmeli midir? Ederse hayvandan farkı yoktur. Hakikaten böyle mutlak bir idare altında yaşayan milletler insanlardan sayılamazlar. Onlar her türlü hürriyet ve haktan mahrumdurlar. Hiçbir hükümet, hiçbir milletçe şeref ve haysiyetleri yoktur. Dünyada bekaları dahi pek azdır. Er geç fakirliğe, sefilliğe uğrayarak mahvolurlar. Diğer milletlerin veya hükümetlerin boyunduruğu altına girerler; onların hizmetçileri, ameleleri olurlar; onların kahır ve zulümleri altında ezilip giderler. Bugün böyle bir idare en vahşi ve medeniyetsiz kavimlerde bulunur.
İdare-i meşrutada ise millet hürriyet ve hakkını muhafaza etmek için millet yakasını bir hükümdarın eline vermez: Yine kendi kendisini idare eder. Bu da her 50.000 nüfusa bedel birer vekil gönderir. Her iş bu milletvekillerinin kararı üzerine görülür. Hükümdar da millet de o karara tabi olmaya mecburdur.
İdare-i cumhuriyeye gelince: o da tıpkı idare-i meşruta gibidir. Yalnız hükümdarları milletvekilleri tarafından tayin olunur ve 5-6 senede bir defa değiştirirler. İşte millet tarafından seçilip gönderilen bu milletvekilleri milletin saadet ve selameti için bir yerde toplanıp düşünürler, müşavere ederler. Tabii bir adamın düşünmesiyle birçok adamın düşünmesi bir olmaz. Bundan başka milletin kendi içlerinden gelen vekilleri milletin halini, ihtiyacını daha iyi bilirler ve ona göre bir karar verirler.”
Yazının devamında Kur’an-ı Kerim’den ayetlerle meşrutiyet idaresine dayanak aranır. Meşrutiyetin İslamiyet’e uygun bir siyasi sistem olduğu ileri sürülmektedir. Aslında Kuran’da bir siyasi sistem ortaya koyulmadığı halde Kuran’da dayanak arama geleneği Cumhuriyet için de ileri sürülmüştü. Hatta Arap sosyalistleri İslamiyet bu sistemi öğütlemiştir görüşündeydiler. İran dini liderleri, Arap emir ve kralları da kendi sistemlerini İslami sistem olarak sunmaktadırlar. Günümüzde hala İslam adına ortaya çıkan terör örgütleri hiçbir devlet sisteminin kabul etmeyerek teröre kılıf bulmaktadırlar. Türkiye’de de sağ ve sol adıyla ortaya çıkan ve gençlerimizin vicdanlarını ve devletine bağlılığını kirleten örgütlerce de bu görüş ileri sürülmektedir.
Kısaca Osmanlı son dönemi paranın üzerinde üç kavram yer almaktaydı: Hürriyet, müsavat /eşitlik, adalet.
Eğer cumhuriyet hükümetler bu üç kavramın içerisini doldurarak yönetme işini becerebilirlerse çok sorunumuz halledilecektir. Yeter ki ailemizde, eğitim kurumlarımızda özellikle de üniversitelerimizde, ibadet hanelerimizde, askeri kışlalarımızda, basın ve yayın hayatımızda cumhuriyetimiz ve demokrasimiz iyi anlaşılsın ve sahip çıkılsın.
Komşu devletlerimize bir bakarsak: Yunanistan; krallığı, askeri cuntayı zor atlattı. Yunan Kralı sürgünde. Bulgaristan; krallığı, sosyalist idareyi sırtından zor attı. Kral seçime girdi, demokrasiye razı oldu. İran, Irak, Suriye, Gürcistan, Ermenistan’ın siyasi durumu ortada. İspanya’da Franko, Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, Sovyetler ’de Stalin, Çin’de Mao yönetimlerini ve geriye bıraktıkları kötü mirası gözden kaçırmayalım. Halkı Müslüman olan devletler arasında kimliğine: “Laik, demokratik, sosyal ve hukuk ilkelerini kazımış ve kabul etmiş Cumhuriyetimiz çevresinde gökteki bir yıldız gibidir. Bu yıldızı bize miras bırakan ecdadımıza rahmet diliyor, derin bir saygı duyuyorum.
102 yılını kutladığımız cumhuriyetimiz hepimize özellikle de torunlarımıza kutlu olsun.