Osmanlı toplum düzeni farklılıklar üzerine kurulu orijinal bir modeldi. Bu toplum modeli inanç farlılıklarına göre biçimlenmiş ve yasalarla korunmuştu.
Osmanlı Millet Sistemi, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra Ortodoks Patriğini ataması, Ortodokslara içişlerinde ve dinî konularda geniş özerklik vermesiyle başlamıştır. Yine Fatih Sultan Mehmet Ermenilerin başına patrik tayin ettiği gibi, Musevilere kendi havralarına sahip çıkma hakkı verildi. Böylece cemaatler arası denge sağlandı. Diğer bir ifade ile Fatih Sultan Mehmet “Han” “Gazi” ve “İmparator” unvanlarıyla dünya hâkimiyetine açılan kapıları görerek Yahudi hahambaşı ile Ermeni, Rum ve Ortodoks patriklerinin İstanbul’da oturmalarını uygun gördü.
Osmanlı toplum düzeni farklılıklar üzerine kurulu orijinal bir modeldi. Bu toplum modeli inanç farlılıklarına göre biçimlenmiş ve yasalarla korunmuştu. Model sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel ve dinî plânda çoğulcu bir nitelik taşımaktaydı. Osmanlıdaki çoğulculuk anlayışı, farklılıkları koruma ve sürdürme şeklinde biçimlenmiş Karlofçaya anlaşmasına kadar uygulanmıştı.
Osmanlı İmparatorluğu duraklama döneminde girince yeni hikâye yazamıyor, yeni fetihler yapamıyordu. Karlofça anlaşmasıyla toprak kaybetmenin yanında psikolojik üstünlüğü de düşmanlarına kaptırdı. Süreç Pasarofça, Küçük Kaynarca, Berlin anlaşmalarıyla devam edip Mondros Ateşkes anlaşmasıyla sona erdi.
XVIII. asra kadar Gayrimüslimler Osmanlı yönetimini Hıristiyan devlet yönetimlerine tercih ettiler. Osmanlı yönetimini güç kaybettikçe Hıristiyan ahali güçlenen devletlerin yönetimlerini tercih etmeye başladı.
1700’lerden itibaren “Enderun” eskisi gibi devlet adamı yetiştiremedi. Tercüme odasını ellerinde tutan Rumlar devletin sırlarını satıyor, medreseler sadece eskinin tekrarını yapıyordu. Tekkeler, zaviyeler ve loncalar artık devletin sırtında yüke dönüşüyordu.
1770 yılında donanmasını kaybeden Osmanlı İmparatorluğu istese de istemese de Fransa’dan eğitmenler getirip yeniden deniz subayı yetiştirmek için Deniz Harp okulunun temellerini attı. 1774 yılında Osmanlı tarihinin en ağır anlaşması olan Küçük Kaynarcayı imzalayarak Rusların “Ortodoks hamiliğini” kabul etti. III. Selim dönemi yeniliklere kapı aralarken çıkan isyanlar verilen emekler zayi etti. Alemdar vakasıyla Nizamı Cedit ordusu olgunlaşmadan tarih oldu.
Osmanlı gayrimüslim tebaası XIX. asır başlarından itibaren bugünkü anlamda birer millet olma istekleri ortaya çıktı. Bu istek devleti rahatsız edecek boyutlara ulaştı. İngiliz, Fransız ve Rusya gibi devletlerin kışkırtma ve destekleri sonucunda Mora’da 40.000 Müslüman Türk şehit edilirken Yunan bağımsızlığı (1829) ile “Millet sistemi” ilk defa yara almış oldu.
II. Mahmut döneminde “Yeniçeri ocağı” ortadan kaldırıldı. İki yıl sonra Osmanlı Rus Savaşında koca imparatorluk ağır bir yenilgi uğradı. Bu süreçte modern eğitimin temelleri atılmaya başladı. Mühendis Hane-i Bahri Hümayun, Askeri Tıbbiye, İptidai Mektepler ve Rüştiyeler kurulmaya başladı. Çıkarılan asker olma kanunlarına göre Bosnalılar, Giritliler, Araplar, Kürtler, İstanbullular ve Hıristiyanlar askerlikten muaf tutuldu. Bu tarihten sonra askere alınıp cepheden cepheye koşan Türkler ve bir kısım Kafkas Müslümanları oldu.
1839 yılında Tanzimat Fermanı ile Osmanlı toplum yapısında, adli sisteminde ve millet sisteminde kontrolsüz değişim İmparatorluğu ağır “hasta adam” olma konumuna getirdi.
1853 yılında alınmaya başlayan borçlar ileriki yıllarda devletin başına bela olurken 1856 yılında ilan edilen Islahat fermanı artık milletleşme sürecindeki ayrılıkçı unsurları harekete geçirip Devleti Aliye’den ayrılma yolunu seçmelerine yol açıyordu. Amerikan, Fransız, Alman, İngiliz, Rus Misyonerler açtıkları mekteplerin verdiği imkânla millet sisteminin yok olmasına, elçilikler ve konsolosluklarla birlikte Türk Milletine ihanet etmeleri sağlandı.
1860’lara gelindiğinde Sırp, Bulgar, Rumen, Rum, Arap, Ermeni ve diğer etnik yapılar imparatorluğa bağlı olmaktan çıkıp bağımsızlık yolunu seçtiler. Din ve mezhep üzerine kurulu olan Osmanlı Millet Sistemi artık insanları bir arada tutamıyordu. Çünkü Osmanlı Millet Sisteminde millet denilince Müslüman Milleti, Katolik Milleti, Gregoryen Milleti, Protestan Milleti esastı. Özellikle Misyonerler, Misyoner okulları Osmanlı Millet Sistemini etnik bir yapıya sürüklüyordu.
Bu şartlarda Padişah Abdülmecit ne yapacağını araştırmaya başlamıştı. Öyle ya devletin tebaası kimdi.? Kim olacaktı….? İşte bu yıllarda bir zamanların kurucu unsuru, imparatorluğun gerçek sahibi olan Türkler akıllarına geldi. Çünkü uzun asırlar “Türk” Osmanlı Sarayında “Etrak-ı Bi İdrak” olarak kabul edilmişken yıllar sonra Türkler devletin tebaası olmuştu. Osmanlılık, Yeni Osmanlılık fikri tutmamış ve “Osmanlı Millet Sistemi” dini esastan ayrılıp ırki esasa evrilmiş ve çökmüştü.
II. Abdülhamid “Teşkilatı Esasiye’nin 18. Maddesini” isteyerek koydurmuş, Türkçe resmi olarak Anayasaya girmişti. II. Abdülhamid elinden geldiği kadar “Millet Sistemi” ile bölücülüğün önünü kesmeye çalıştı. Osmanlı Millet Sistemi devletin kuvvetli olduğu zamanlarda fayda getirdiği gibi, zaafa uğradığı yıllarda devletin başına bela oldu. Yıllar geçmiş, Osmanlı Mebuslar Meclisinde meydana gelen acı tartışmalara millet sistemi sebep olmuştu. Neticede Balkan Savaşı, Birinci Dünya savaşı “Millet Sisteminin” iflas etmesine sebep oldu.
Türk Milleti devletine sahip çıkmış, Birinci Dünya Savaşında yedi cephede savaşarak adını bir daha tarihe yazdırmıştı.
1919 yılında başlayan Kurtuluş Savaşı sona erince yeni Türk devleti kuruldu. Adını “Türkiye Cumhuriyeti” olarak ilan etti. Devletin kurucu unsuru “Türk Milleti” oldu.
Atatürk bu görüşünü “Ne Mutlu Türküm” diyerek tüm dünyaya ilan etti. Asırların yok saydığı millet devletinin gerçek sahibi oldu. Tek devlet derken Türkiye Cumhuriyeti’ni, Tek Millet derken “Türk Milleti’ni, tek bayrak derken binlerce yıldır akan şehit kanlarından rengini almış “Türk Bayrağını” ve dili de tarihin en eski dillerinden biri olan “Türkçe” oldu.
Sonuç olarak tarihte yaşanan acı olaylar bize gösteriyor ki,
1-Millet Sistemi; güçlü olduğumuz dönemlerde işe yarıyor, fakat zayıfladığımız anda itibaren devletin ve milletin yok oluşuna sebep oluyordu.
2-Osmanlının yıkılışında Misyoner okullarının dil ve etnik ayrımcılıkla devlete ve millete verdikleri zararlar göz önüne alınırsa işin ne kadar tehlikeli olduğu görülür.
3-Çevresi düşmanlarla dolu olan bir ülke asla düşman oyunlarına fırsat verebilecek davranışlardan kaçındığı gibi “Millet Sisteminden” kaçınmalıdır. ABD, İngiltere, Fransa, İsrail ve Almanların bu yöndeki telkinlerinden kesinlikle uzak durmalıdır.
4-“Milli Devletle” sonuçlanan tarihi süreci etkileyecek hiçbir tavır ve davranış adı ne olursa olsun kabul edilmemelidir..