Bazı insanlar vardır; onların yürüyüşü sıradan değildir. Onlar bir makama, bir koltuğa ya da bir alkışa değil, Hakk’ın rızasına yürürler.

Onların gayreti, görünene değil, görünmeyenedir. Kimi zaman eline kalem, kimi zaman sancağı, kimi zaman da sessiz bir duayı alır; dünyadaki vazifesini, insanlara bir hakikat hatırlatmak için sürdürür.

Muhsin Yazıcıoğlu işte o hakikat yolcularındandı. Siyaset sahnesinde, kalabalıkların arasında görünse de kalbi başka bir yere bağlıydı. O, adaletin yerini bulmadığı bir dünyada adaletin hatırlatıcısı, vicdanın sesi, samimiyetin timsaliydi. Her sözünde bir ölçü, her duruşunda bir vakar vardı. O, Hakk’ın adını yüceltmek için yaşadı, hakikati savunmak için mücadele etti.

Fakat hakikat yolcusu bilir ki bu dünya bir emanet yeridir. Vazife tamamlanınca, kalem bırakılır; çünkü emanet sahibine geri döner. Onun dünyadaki görevi bir çizgiydi, o çizgi şimdi daha büyük bir hakikatin içinde tamamlandı. Bu yüzden gidişi bir son değil, bir çağrının cevabıdır.

“Hakk’ın yolunda yürüyenler, görevlerini bitirince dünya onları bırakmaz; Hak onları yanına çağırır.” Çünkü bazı görevler insana değil, zamana aittir. Zaman geldiğinde başka bir el, aynı sancağı devralır; çünkü hakikat tek bir bedende değil, hakka yönelen her kalpte yaşamaya devam eder.

Yazıcıoğlu’nun mücadelesi bu yüzden ölümsüzdür. O, adını unutan bir toplumda hakkı hatırlattı; menfaatin putlaştığı çağda vicdanın sesini yükseltti. O, korkunun hâkim olduğu anlarda “doğruyu söylemek” gibi en büyük cesareti gösterdi. Ve nihayet, gökyüzüyle arasında sadece dua kaldığında, Rabbine yürüdü.

Belki de onun gidişi bize şunu anlatmak içindi:

Hakikat kişilere bağlı değildir; hakikat, Allah’ın koruduğu bir emanettir.

Bir hakikat adamı gider, ama o hakikat başka bir gönülde yeniden doğar. Görev, isimlerde değil; niyetlerde ve amellerdedir.

Şimdi bize düşen, onun hatırlattığı ölçüye sarılmaktır. Dürüstlüğü, adaleti, merhameti, sözüne sadakati yeniden diriltmektir. Çünkü o, bir davayı değil, bir ahlakı temsil etti. Hakk’a adanmış bir ömür, insanlara en büyük öğüttür.

“Bir kul görevini Hakk için yaparsa, ne alkış bekler, ne teşekkür. Görev bitince sessizce gider. Çünkü bilir ki asıl ödül, Rabbine kavuşmaktır.”

İşte o sessizlikte, bir hakikat adamının adı yankılanır hâlâ:

Görevini yaptı, çağrıldığında gitti. Çünkü Hakk’ın işi, insanla değil, hakikatin kendisiyle yürür.