***
Her taraf rengarenk.
Çiçeğin her türlüsüne, yeşilin her tonuna rastlanılan, Allah’ıh nimetlerini adeta başımızdan yağdırdığı şu günlerde, arıcı ve göçer akını, hiç sekteye uğramaksızın, tıpkı geçen yıllarda olduğu gibi, aynen başladı.
***
Yaşanan yoğunlukla birlikte Erzurum’un dağlarında, yaylalarında çok ilginç ve çarpıcı, hatta “tezat oluşturan” görüntülere rastlamak mümkün hale geldi.
***
Ne demek istediğimi şöyle anlatayım izniniz olursa:
Varsayın ki, helikoptere bindik, Erzurum’u havadan dolaşıyoruz.
O ara size “buralar kimin?” diye sorsak…
Katıksız herkes “bizim” diyecektir.
Ki, doğru!
Her karışı bizim, Erzurum’un, Erzurumlu’nun.
***
İşte bizim olan o dağlara, ovalara, yaylalara havanın ısınmasıyla birlikte, yanımıza ya arkadaşlarımızı, ya eşimiz ve çocuklarımızı alarak çıkmaya başladık.
***
Sebep belli.
Önce “hava” almak, piknik yapmak…
Sonra da beraberimizde götürdüğümüz poşetlere ot doldurmak.
***
Anlayacağınız biz dağ, taş dolaşıp, ısırgan, çaşır mantar toplarken…
Elin oğlu da “bizim” yaylalara, meralara çıkartma yapmış!
Kimi Ordu’dan, Giresun’dan, Rize’den gelmiş, arıcılık yapıyor.
Kimi de Elazığ’dan, Diyarbakır’dan, Tunceli’den akın etmiş.
Hayvan yetiştiriyor, peynir, yağ, kaşar üretiyor.
***
Bilmem görebildiniz mi aradaki farkı?
Yani biz, bizim dağlarımızda “ot” topluyoruz, onlar ise “para!”
Aradaki “ufacık” ayrıntı bu işte!
Ne demeli buna, bilemiyorum.
Çalışmak, üretmek ve helalinden kazanmaktır bunun adı.
Kimse “devlet versin ben yiyim ve yatim” mantıksızlığında değil.
Helal olsun göçerine de, arıcısına da.
Bravo vallahi.
***
Erzurum, bitki örtüsünün zengiliği ile bilinen bir il.
Atatürk Üniversitesi’nin hocaları, Erzurum balında bin’in üzerinde bitki özü bulunduğunu söylüyor.
Bilimsel bir gerçek bu.
***
Anlayacağınız bizim balımız Anzer’den farksız.
Ama “kim üretiyor bu balı” derseniz!
Demin de dediğim gibi, Ordulu, Rizeli, Giresunlu.
***
Peki sütü, peyniri?
Onu da Güneydoğulu.
Ne ayıp şey.
***
Acaba bizim köylümüz balcılık yapamaz mı, yapar.
Hayvancılık?
Zaten öteden beri anladığı, atasından, dedesinden öğrendiği “tek” iş.
Yani onu da yapar. Hatta yapıyor da.
***
Gerçek böyle ama, gelin görün ki, Erzurum’da koyun “yok” denecek kadar az.
Sığır taifesi de eh işte.
***
Aslında burada köylüyü çok fazla suçlamamak lazım.
Çünkü köylü, çiftçi emeğinin karşılığını alamamaktan yakınıyor.
Bugün yüzlerce hayvan yetiştiricisi, elindeki malını satamadığı için sıkıntıda.
Çoğu insan kıvranıyor, sancılanıyor ama derdini kimseye anlatamıyor.
***
Böyle olunca…
Yani zarar edince insan, “lanet olsun” deyip, hayvancılık yapmamaya adeta yemin ediyor.
***
İşte bu aşamada da göçerlere gün doğuyor.
Fazla değil bir iki hafta içinde dağlarımızda “çadır köyler” çoktan kurulmuş, onbinlerce koyun otlağa çıkmış olacak.
***
Anlayacağınız onlar çalışacak, onlar üretecek, onlar zenginleşecek…
Biz ise ısırgan toplayacak, pancar yapacak ve yiyeceğiz.
E ne diyeyim:
Yiyelim birlikte, yarasın!