Sevgili Doğan Hattatoğlu ağabeyinin, babadan kalma, atölyeye dönüştürdüğü evine gitmesem, farkına varamayacaktım yaptığı işlerin ne kadar zor ve bir o kadar muhteşem olduğunu.
***
"Doğan Hattatoğlu da kim?" demeyin sakın!
Bir büyük ustadan, Erzurum'un medar-ı iftiharından bahsediyorum size.
***
O, 62 yaşında bir Erzurum delikanlısı.
Karayolları'ndan emekli bir teknik'er!
Alın işinin "teknik" kısmını bi kenara...
Geriye kalan "er" odur işte.
Ömrünü Erzurum'a vakfetmiş bir er, bir büyük usta!
***
Büyükşehir Belediyesi'ne, Ahmet Küçükler döneminde, yaptığı Erzurum'un tarihi eser, yapı ve kalelerini tasvir eden 36 maketi para filan almadan hediye ederek dikkat çeken...
Ne acı ki, karşılığında bir "teşekkürün bile çok görüldüğü" ve hatta isminin çalışmaları üzerinden söküldüğü, başı önünde, "Erzurum beyefendisi" tiplemesine uygun düşen yapısıyla Doğan Hattatoğlu'nu tanıyor muyuzdur, sanmam!
***
Şovmen olsaydı, bilirdik, el üstünde taşırdık kendisini.
***
Gönül adamı olduğu için, yeri el üstü değil, Dadaşkent'in arka sokaklarındaki babaevi olmuş.
***
Aransa kimsenin bulamayacağı, haykırsa sesinin duyulamayacağı bir küçük ev.
Dünyası orası.
***
Aslında çok da şikayetçi değil halinden.
Malzemesi bittikçe çıkıyor sokağa.
Geri kalan zamanın çoğunu, maket çalışması yaparak değerlendiriyor.
***
Bilmem hiç "Miniatürk" ismi duymuş muydunuz?
***
Duyanınız ve Doğan ağabeyinin yaptığı maketleri göreniniz illa ki vardır.
Ben, maketleri görmeyenlere Ulu Cami'yi adres olarak gösterebilirim.
İki önemli maket var orada, camekanlar içinde.
Biri Kabe'yi, diğeri Mescid-i Nebevi'yi anlatan iki maket!
Bu maketlerden ikisi birarada sadece Mekke'de bir müzede bulunuyormuş, bir de Erzurum'da var.
***
Bu maketlere şimdi "üçüncü kardeş" geliyor.
Usta, Kudüs'teki Mescid-i Aksa'nın maketini yapmak için kolları sıvamış ve ilk işi Mescid-i Aksa'yı görmek, incelemek olmuş.
***
İsrail zulmü altında inleyen Kudüs'e giden Hattatoğlu'na kulak verdiğinizde, şaşırmaktan alamıyorsunuz kendinizi.
***
Neler yaşamış, neler!
İsrail topraklarına ayak vasar basmaz başlamış gerginlik.
İsrail askerlerinin, "üzerinde bomba var mı!" şeklindeki tahrikkar sorularına aldırış etmemiş Doğan ağabeyi.
Mescid-i Aksa'da fotoğraf çekerken de benzeri müdahaleler ile karşılaşmış, ama aşmış tüm engelleri.
***
İşin en ilginç yanına bence neymiş biliyor musunuz?
Elde metre yok, olsa, ucundan tutacak bir yardımcısı da yok.
Bulmuş işin kolayını usta...
Yaklaşık 14 bin metrekare alan üzerinde kurulu bulunan Mescid-i Aksa'yı adımlayarak, karışlayarak ölçümlemiş.
***
İnanılmaz!
***
Detayları da kare kare fotoğraflayarak tespite çalışmış, gelirken yanına Kudüs toprağı almayı ihmal etmemiş.
Uçağa binerken o toprak da sorun olmuş, ama direnmiş ve toprağı Erzurum'a getirmeyi başarmış.
***
Hattatoğlu'nun maket çalışması tüm hızıyla sürüyor.
Amacı, Miraç Kandili'nin ihya edileceği güne kadar o maketi tamamlamak ve Ulu Cami'de, diğer maketlerin yanına Mescid-i Aksa'yı da yerleştirmek.
O günü iple çekiyor usta.
***
Sebebi belli.
Üç maketin birarada olduğu dünyadaki tek şehir Erzurum olacak.
"Bu onur bana yeter" diyor Doğan ağabeyi.
***
Kimseden maddi destek almayan, ücret karşılığı da maket yapmayan Doğan Hattatoğlu'nun tek endişesi var, o da Ulu Cami'de yaşanan hoşnutsuzluk!
***
Bazıları, camide maket sergisine karşı çıkıyormuş.
Doğan Usta'nın maddi ve manevi fedakarlığının farkında olmayan çokbilmiş insanların varlığı elbet rahatsız edici bir durum.
Ama alışmış bizimki bu olumsuzluklara.
Biliyor ki, takılsa olduğu yerde kalacak.
Bunun için tıkamış kulaklarını.
Duymuyor, konuşmuyor ama KOŞUYOR.
Tek başına hem de.
Durmadan, yorulmadan.
***
Yarışta zorlayacak bir rakibi yok.
Kulvarında tek ve yalnız!
***
Böylelerini zor bulursunuz dünyada.
Allah onu Dadaş yaratmış, kıymetini bilen yok!
***
Hani bir de biz Hasankaleliler'e "kor" diyor, iftira ediyoruz ya...
Asıl kor (kör) kim, belli!
MARİFET İLTİFATA TABİ
Bu anlamlı söz sanırım merhum 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e ait.
Katılmamak mümkün değil.
İyi, güzel, anlamlı iş yapan kim varsa...
Yaptığı işten de rant sağlamayı, haksız kazanç elde etmeyi düşünmüyorsa, o insanların toplum tarafından takdir edilmesi, vefa borcunun ödemesi adına önemli bir fırsattır.
***
Erzurum ne yazık ki, "vefa borçlarının giderek kabardığı" bir şehir halini aldı.
Güzel ve anlamlı işler yapanları övmüyor, takdir etmiyor, aferin demiyor ve hatta alkışlamıyoruz bile.
Hissiz, duygusuz robotlar gibiyiz.
İşin ilginç ve üzen yanı...
İnsanları, güzel iş yapmaya mecburmuş gibi gören çok kaba bir yapımız da var.
Bence işin en kötü tarafı da burası.
***
Diyorum ki, bir envanter çıkartsak, bir "vefa listesi" oluştursak mesela...
İlk sıraya Vali Ahmet Altıparmak'ı yazarım, bundan da hiç gocunmam.
***
Çünkü;
Vali Ahmet Altıparmak, unuttuğumuz değerlerimize projektör tuttu, tabyaları hatırlattı, her 9 Kasım gününü anma günü ilan etti, Topdağı'na çıktı, Aziziye'ye yürüdü, kitleleri de peşine taktı.
Vali Bey, bu yürüyüşü başlatmaya mecburdu(!), başlattı!
***
Doğan Hattatoğlu, Erzurum yapılarını, eserlerini Harem-i Şerif'in, Mescid-i Nebevi'nin ve Mescid-i Aksa'nın maketlerini yapmaya mecburdu, yaptı(!), yapıyor.
***
Bir Fehim İbrahimhakkıoğlu var. İstanbul'da yaşıyor. Halis muhlis Erzurumlu, Hasankaleli.
Kendisi ressam, ama son yıllarda "tabloları çakıl taşlarıyla bezeten bir usta" olarak adını duyurdu, mecburdu(!), yaptı, yapıyor.
***
Muzaffer Taşyürek. Dünya tatlısı bir insan. Tarihçi, yazar. Yığınla kitabı var. Çıkardığı biri birinden kalite dergiler de cabası. Mecburdu(!), yapıyor, yazıyor.
***
Bir başka ustamız, Oltulu Hasan Çelebi'miz...
Kendisini dünya biliyor ve tanıyor. Biz yeni farkına varıyoruz bu ustanın.
İstanbul'da yaşayan Hasan Çelebi hocamız da mecburdu(!), yaptı, yapıyor.
***
Erzurum Kitaplığı'na yığınla eser kazandıran Muammer Çelik hocamız, mecburdu(!), yaptı, yazıyor, kazandırıyor.
***
Gazeteci ağabeyimiz, üstadımız Kadir Sabuncuoğlu. Yaşıtlarının çoktan kenara çekildiği ve kendini emekliye ayırdığı günümüzde yıllara inat çalışıyor, genç gazetecilere öğretiyor, yaptıkları ile örnek oluyor. Mecburdu(!), yapıyor, yazıyor, üretiyor.
***
Mehmet Çalmaşır! Türkü ustası. Derlemeleri, deyişleri, çalışmaları herkes tarafından beğeniliyor, dinleniyor. Mecburdu(!), yapıyor, derliyor, çalıyor, söylüyor.
***
Listeye başkalarını da eklemek mümkün.
***
Bu insanların hiç biri, aslında mecbur değiller üretmeye, mecbur değiller farklılık yaşatmaya, yazmaya çizmeye!
***
İsteseler, "muş" gibi yaparlar mesela.
Çalışıyor-muş, üretiyor-muş, yazıyor-muş, çiziyor-muş gibi.
Tribünleri de ayağa kaldırırlar.
Ama onlar muş'u çoktaan unut-muş, inadına çalışıyor, inadına üretiyor, inadına topluma heyecan pompalıyorlar.
Hem de teşekkür filan beklemeden.
***
Ne diyeyim...
Rabbim hepsine güç ve kuvvet versin.