Son devir âşık edebiyatının önemli isimlerinden Âşık Yaşar Reyhanî’nin adını duyduğumda çocuktum. Plaklara okuduğu deyişlerde Anadolu insanının hissediş ve duyuşlarını dile getiriyor; söze, sese ve saza meftun insanımızın yüreğinde adeta bir fırtına gibi esiyordu. Bir çığlık gibi düştüğü yaralı sinelerin dünyasında, ağlayışlara, sızlayışlara sebep oluyor; sevdalıları, hasretle yanmışları, gün görmemişleri,  sıladan ayrılmışları, dalga dalga yükselen sesi ve birbirinden farklı nağmeleriyle inim inim inletiyordu. Elinde sazı, dilinde sözü ve yüreğinde sevdasıyla diyar diyar dolaşıyor; gördüğünü, duyduğunu, anladığını, kavradığını kendince mısralara döküyordu. Eserlerini, hissiyatlarının ifade aracı kılınanlar, ilden ile, yöreden yöreye taşıyor ve Reyhani mahlası, silinmez şekilde zihinlere kazınıyordu.
Bu arada ülkemiz, “büyük göç zamanları”nın etkisi altına girmiş ve yeni değişimlerin, yeni yerleşimlerin, büyük dönüşümlerin sancısını duymaya başlamıştı. Ellili, altmışlı yıllara gelinceye kadar nüfus artış hızları, yer değiştirme hareketleri belli bir seviyede seyreden şehirlerimiz; bundan sonraki zamanda, artık ”dağınık ve düzensiz” bir şekilde büyüyor; göç edenler, köy ve şehir kültürü arasında bocalıyor, sıkışıyor ve bu durum, yüzyıllardır belli bir denge içinde devam edip giden geleneksel kültürümüzü farklılaştırıyordu.
İşte, “Toplumdaki bu ‘çok yönlü ve hızlı değişim’, geleneksel kültürümüzün ayrılmaz bir parçası olan âşıklığın da çok köklü değişikliklere uğramasına sebep oldu. Ortaya çıkan bu yeni durumda, göç edenlerle birlikte şehirlere taşınan âşık da, artık orada yaşamaya çalışan ya da yaşamaya alışmak zorunda olanların acılarını, sevinç ve mutluluklarını, özlemlerini şiirine konu yaptı.” (Ahmet Özdemir, Halk Şiirinden Seçmeler, Bordo Siyah Yayınları, İstanbul 2006, s.27)
Reyhanî, halkın sesine kulak verip, onun yanında yer alan, ona zulmedeni yeren, taşlayan, iğneleyen, uyaran biridir. Onun en güzel yanı gerçekçi olması, gelene ağam, gidene paşam dememesidir. Eleştiri oklarını sazının yayıyla atmasını bilendir. Reyhanî bu yönüyle çoğu âşıktan farklı olduğunu, şiirlerinde birçok kere ortaya koymuştur.
"Sırtımıza yüklediler sitemi / O gün bugün yorulmadan yürüdük" diyen âşığın söyledikleri, yeri gelince de birer gülle gibi düşüyordu haktan nasibi olmayanların bağrına... Hesapsız yiyen, her şeye benim diyen, bu dünyayı kendinin bilen namertlere, sözün gücüyle karşı koyan âşığın, son konuşmamızda söylediğine göre, hiç kimsenin görmediği, kitaplara geçmemiş yüz elliye yakın hiciv şiiri vardı. Tahammül sınırlarını aşacağından olsa gerek, ortaya çıkarmıyordu herhalde... Ortaya çıkardıklarından birinde ise söyle sesleniyordu:
"Kellesinden korkan varsa /   Siyasete karışmasın
  Zararından korkan varsa /   Ticarete karışmasın
 
  Menzil alır doğru giden /   Arif olur ilim güden
  İmanından şüphe eden /   İbadete karışmasın
  (...)
  Reyhani der hey huysuzlar /  Haksızlar helvayı tuzlar
  İkilikçi namuzsuzlar       /   Memlekete karışmasın."
 
Sözün baş olduğu meydanı, söylediği şiirlerle adeta birbirine kattı. Sesi boşlukta dalga dalga yankılanırken, bu alanda "üstâd" mertebesine eriştiğini bir kere daha ortaya koymuştu. Şeref Taşlıova’nın deyimiyle; “Reyhani bir yerli kaya”ydı. Kolay kolay yerinden sökülemeyecek, esen yellerin parça koparamayacağı, duruşu, oturuşuyla ve söyleyişiyle bu yolda kendince yer edinmiş, iz bırakmış bir yerli kaya… Halkının diliyle söyleyen, halkının ne düşündüğünü bilen, halkının duygularıyla haykırıp coşan ve halkının dertlerini, acılarını dillendiren… Böyle olmasaydı; halkının yüreğinde, gönlünde bu derece etki bırakabilir miydi?
 “Lisan dili susan, vücut dili konuşamaz hâle dönüşen; ama sanat, edebiyat dili hiç susmayacak, ebediyen yaşayacak” ve zaman içerisinde değeri daha iyi anlaşılıp, gönüllerdeki yeri daha da pekişecek olan, ismi yurt dışında bir kültür merkezine (Hollanda), yurt içinde, Bursa’da ve Erzurum’da iki parka, yine Erzurum’da bir ilköğretim okuluna, TRT ERZURUM MÜDÜRLÜĞÜ’NDEKİ televizyon stüdyosuna verilen Reyhani, âşık edebiyatında bıraktığı iz sebebiyle unutulmayacaktır. Daha kapsamlı programlarla anılması, yaptıklarının yeni nesillere tanıtılması elbette gerekir. Ancak bu çapta etkinlikler yapılmasa da, onun adı yerlisi olduğu bu şehirde her zaman anılacak, belli vesilelerle dile getirilecektir.
Nitekim bu yıl da; TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ ERZURUM ŞUBESİNCE  ölüm gününde (10.12.2006) olmasa bile, 07.12.2013 tarihinde Prof.Dr.Dilaver Düzgün tarafından çoğu üniversite öğrencisi olan davetlilere anlatılmış, tanıyanların hatıraları eşliğinde bir kez daha yad edilmiştir. Ayrıca ERVAK BAŞKANI Erdal Güzel; yayınladığı mesajda,"Sümmani'nin bir kenarı, Emrah'taki aşkın narı, İbrahim Hakkı'nın torunu, Türk halk ozanlığı geleneğinin büyük ustası, ahraz dillerin tercümanı, yangın yüreklerin sesi, susmuş mahzun dillerin feryadı, dadaşın isyan ruhu,” diyerek tarif ettiği Âşık Yaşar Reyhani'nin  unutulmaması gerektiğine dikkat çekmiştir.
Son cümlemizi, bu yapılanların yeterli olmadığını, ülkemizde daha çok yetiştirdiği insanlarla (günümüzde bu konuda her ne kadar eskinin çok gerisindeysek de) tanınan bu memleketin, değerlerine daha çok sahip çıkması gerektiğini vurgulayarak bitirelim.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.