Bir tatil günü ve ben; çoğu zaman olduğu gibi yine kitapların arasındayım. İşten eve getirdiklerim de dahil olmak üzere, bir türlü fırsat bulup düzeltmeye ve konuları itibarıyla sıralamaya vakit bulamadım. Ne zaman bu işi yapmaya kalksam, bir bakıyorum saatler geçmiş ve epey zamandır elime almadığım kitaplara, eski dergilere, dergilerle birlikte hatıralara dalıp gitmişim. Bir yazı, bir şiir, bazen bir fotoğraf çekip götürmüş beni mâziye doğru... Kimin anlattığı hatırımda değil ama, bununla ilgili olarak birisi şöyle bir şey anlatmıştı:
Yazıyla uğraşan bir tanıdığının başka şehirdeki evine uğradığında bakmış ki evde kitapları düzeltiyor. Aradan altı ay geçmiş, yolu yine düşmüş bu şahsın evine... Manzarada bir değişiklik yok; aynı şahıs yine kitaplığın önünde ve yine kitapları düzeltmekle meşgul. ‘Daha bitmedi mi?’ diye sorunca, aldığı cevap tam kitap düşkünlerine göre:
 ‘-Ne yapayım? Bir kitabı elime alıyorum, yahu ben bu kitabı çoktandır hiç görmemiştim, bir bakayım derken zaman geçip gidiyor. Ve gördüğün gibi işte altı aydır bir türlü bitiremedim kitaplığı düzeltme işini.
         Benim de sadece bir kitabı alıp okumak ve o bitinceye kadar başka kitap okumamak konusunda fazla başarılı olduğum söylenemez. Ara sıra mutlaka bitirmem gerektiğine inandığım kitaplar olursa sabrımı zorlar ve bitiririm.  Çantamda da genellikle bir kaç kitap olur zaten... Birinden sıkılınca diğerini okurum. Bunun en iyi yönü, arada bir de olsa üç dört kitabın birden bittiğini fark etmemdir. Eğer belli bir konuda yazı yazmayacaksam bu hep böyle olur. Ne var ki bir zaman sonra sadece hakkında yazı yazmayı düşündüğünüz kitaplar bile koca bir yer kaplar kütüphanenizde.
Okumaya fırsat bulabilmenin yanında, size tanınan zamanda-çocuklar, eş, dost, akraba, arkadaş v.s’den arta kalan- bunlarla ilgili yazı yazmayı planlıyorsunuz ya! İşte tam burada, bir yazarın şöyle bir sözü geldi aklıma, hemen aktarayım: “Gençliğimde her kapı çalışında hah diyordum heyecanla, yeni bir olay. Şimdi ise kapı çaldığında ‘Gene ne  var?’ diyorum içimden.”  Eh henüz o yaşa gelmediysek de asıl yapmak istediğimiz işlere zaman ayıramadığımız -zamanı iyi planlıyamıyor da olabiliriz.-için bazen kendi kendimize sinirlendiğimiz de olmuyor değil.
Bazen ellerim bir kitaba doğru gidiyor; çekip alıyorum ve sayfaların birindeki altını çizdiğim satırları okuyorum. Geçmişin güzel yüzüne duyduğum hasret olanca hüznüyle önümde bitiveriyor. Ülkemizin ilk atom mühendisi olan Ahmet Yüksel Özemre’nin  “Üsküdar, ah Üsküdar!” kitabından bir kaç cümle adeta bizim bu konudaki düşüncelerimizi dile getiriyor::
Kendilerinden feyz almış olduğum o mübarek zâtlar; insanın imanını, ahlakını tahkim eden, gönlüne huzur veren o âdil ve muhsin(ihsan eden)mürşidler; vekarlarıyla, zerâfetleriyle, kibar tavırlarıyla, o güzelim şiveleriyle şahsiyetimi kalıba sokmuş olan o ince düşünceli dostlar, ahbaplar; insana; ait olduğu tarihin asâletini ve  medeniyetin güzelliğini idrâk ettiren o müstesnâ mekânlar; insanı ailesine, komşusuna ve milletine muhabbetle bağlayan o güzelim örf ve âdetler, muameleler, an’aneler! Nerelerdesiniz? Nerelerdesiniz?” (s.53)
         Kitaplığı ve evi bir kenara itip sokağa çıkıyorum. ( Buna kaçıyorum da denebilir.) Belki bir yerde otururum. Hava kararmaya yakın artık. Yürürken, çoktandır oturmayı düşündüğüm mekânın bahçesinin önünden geçiyorum. Hafif bir rüzgâr ve tatlı bir sıcaklık var. Böyle bir havada burada, böyle bir yerde oturmak her zaman cazip gelmiştir bana. Burası, önünden her geçişimde, hele de lambaların hafiften yanmaya başladığı bu saatlerde dinginliği ve sükûtu çağrıştırır. Gerçi yine birkaç tanıdık muhakkak çıkacaktır ve beni o içine gömülmek istediğim yalnızlığımdan uzaklaştıracaktır ya! Neyse; ben yine  de kararlıyım içeri girmeye ve tek başıma bir masaya çekilip yazmanın ve okumanın dünyasına gömülmeye... Ne yapalım! Belki birileri için hayat yaşandığından çok, yazıldığı için değerli. (Aslını sorarsanız; ya bu çarka hiç düşmemeli, düşülmüşse de gereğini yapmalıdır.)
         Dediğim çıktı yine... Birkaç tanıdığa birden rastladım; fakat oturma tekliflerini kibarca reddederek geçip boş bir masaya kuruldum. Şimdi de kararsızlık bastırdı; önce yazı mı yazıp, elimdeki kitabı sonra mı okusam, yoksa; okumayı öne alıp, yazma işini sonraya mı bıraksam? Aslında emin olun, kitap okumayı, yazmadan çok seviyorum. Ancak yazmadan da olmuyor ki? Önce yazımı yazayım dedim ve yazdım.
         Ne mi yazdım? Okuyorsunuz ya işte! Daha ne yazayım? Çoğu zaman olduğu gibi, kendimi ve belki de çoğunuzun hayatındaki bazı benzerlikleri yazdım. Bir şey daha yazmadan bitirmeyeyim bu yazımı da. Şiirsiz olur mu?
         “Bir Gerçeği Sevmek / Hep Sevmek”adlışiirimdenbir bölüm:
Bir şehrayindir  ıssızda yaşamak
Düşünerek dolaşarak ve özgürce
Ve hayat ağacının gür ırmaklarca beslenmesi için
Okumak okumak ve yazmak
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.