Hangi dinden ve hangi dille konuşuyor olursa olsun; doğa, inanç ve insan için kim ne söylemiş ise durup düşünmek gerek.
İster filozof olsun, ister devlet adamı; ister duygularını ve ruhunu damıtan bir şair, ister ise ilmini dilimleyerek dillendiren bir alim olsun!
Dinlemeli ve anlamaya çalışmalı.
Dinlemeli, çünkü; bu insanlarda derin bir tecrübe ve herkesin ulaşmayacağı bir sema, herkesin göremediği bir öngörü vardır.
Mesela, Benjamin Dizraelli demiş ki; " Alışkanlıkların zincirleri, önce duyulmayacak kadar hafif, sonra kırılamayacak kadar güçlü olurlar!."
Buna, iyiliğe ve kötülüğe alışmak kadar güzel bir örnek vermem mümkün değil!
Bu alışkanlığı siyasi tercihlerimizde de zaman zaman görmeyen var mı sanki!
Uzun yıllardır oy verdiğimiz muhafazakâr bir partinin bilerek ve isteyerek memlekete zarar verici kararlar alması; ya da demokrat bir partinin aynı şekilde, aynı zararları vermesi insanları kaç derecelik bir açıda etkilediğini sanıyoruz ki!
Siyasi partiler, söylemleri ve eylemleri ile yüz seksen derece dönüş yapsalar da seçmenlerin azımsanmayacak bir kesiminde bu açının çok az daraldığını çoğu müptelalar kendinde görüyordur, değil mi yani!
Algı, alışkanlık yaratır; alışkanlığın da algıyı beslediğini söylemek o kadar da zor olmasa gerek.
Ve bu alışkanlık, algıya açık beyinlerin, demir atmış bir geminin çapasına bağlı zincire dönüşmesi de doğaldır. Gün gelir ki toplumun kesimleri, ister lüks kamarada olsun, ister güvertede; ister kazan dairesinde olsun, ister kamarot olarak koştursun, gemiyi aynı yerde tutmaya çalışır; ya da karaya vurma korkusuyla, öğrendiği ve aslında bir işe yaramadığını bilerek alışkanlıklarına sarılır. Gemideki bazı yolcuların filikalarını çoktan hazırladıklarını bilseler de aynı alışkanlıkla fırtınadaki gemiyi kurtarmaya çalışırlar. Lüks kamarada oturanların da geçmişe dayanan bir alışkanlığı vardır ve onların filikaları her zaman hazırdır. Önceleri önemsenmeyen ama sonra güçlenen bir zincirdir ve kırılması da o kadar kolay değildir. Çünkü, bu fikirden fikre geçen şartlanmışlık ne natıkla, ne de nutukla değişmez.
Alışkanlık, dedik.
Bunu toplumsal ve siyasal anlamdan çıkartıp, bireysel yaşamımızla örnekleyecek olur isek.
Sık sık görüştüğümüz bir dostlarımız ya da arkadaşlarımızla yaşadığımız olayların her bir halkalarıyla oluşan o zincir, alışkanlığımızın da eseri olmalı.
Kırk yıldır görmediğiniz annenizin, babanızın; ya da kardeşinizin ölümüyle her gün görüştüğünüz bir arkadaşınızın veya dostunuzun kaybı asla bir olamaz. Çünkü, bir tarafta zamanın ve yaşanmışlığın kopardığı bir zincir vardır, diğer tarafta ise önce hafif sandığınız ama her geçen gün alışkanlığın pekiştirdiği bir zincir, siz farkında olmasanız da güçlenir ve paslanan halkalarla güçlü bir bağ oluşturur.
Uzun yıllar görmediğiniz ve kan bağı olan birinin yitimi, belki içinizde hafif bir esinti yaratır; ama bırakın dostunuzu ya da arkadaşınızı, her sabah selamlaştığınız bir komşunuzun eksikliği bile sizde fırtınaların yaratması gayet doğaldır.
Alışkanlık budur işte!
O yüzden, fikrimizde ve gönlümüzde görüştüğümüz Mustafa Kemal Atatürk'e mesafe konularak ve bu zincir halkalarının koparılmak istenmesiyle bağımsızlık, demokrasi ve cumhuriyetle olan dostluk alışkanlığımız unutturulmak istenmekte.
Birileri ve emperyalizmin şeytanları için üzücü olacak; ama alışkanlıklar zinciri önce duyulmayacak kadar hafif olsa da zaman içinde gerçeklerle kırılmayacak kadar güçlü oluyorlar.
..
Dizraelli'nin sözünü iyimser olarak yorumlamaya çalıştık. İyi düşüncelerin ardına takıldığımız için de böyle yaptık.
Ahlaki çöküntünün eşiğinde olan toplumumuzun ve memleketimin içinde yaşadığı sıkıntılarının zincirini dilim ve fikrim döndüğünce anlatmaya çalıştım.
Demem o ki;
İki zincir ve o zinciri oluşturan alışkanlıklar var.
Siz hangi zincirin halkası olmak istersiniz?
..
İslam'da ve Kuran'da çeşitli meal ve tefsirlere göre, "oku ve düşün" diyor Yaradan!
Ama birileri de Tanrı adına diyor ki; "okuma ve düşünme!"
Haydi bakalım, bir yanda Yaradan, bir yanda düşünmeyi men eden kul!
Bakalım hangi okulun diploması daha değerli!
Bir yandan,Yaradan'ın makamında her canlı eşittir; bir yanda da inancın hakimiyeti ve üstünlüğü!
Kafam karışıyor!
Sizinki karışmıyorsa, sizin kafanız Araf'a; benim kellem de kurban meydanına yakışır!
İşte budur iki zincir.
Ki bir an düşünmek gerekir, hangi zincirin halkasıyız acaba!
..
Çok mu felsefi oldu!
Sanmam!
Felsefesine fes giydirerek milleti yanıltmak isteyen ikiyüzlü siyasetçi ve sözde inançlıların yanında, bu düşüncelerimin değeri ne ola ki!
En fazla, insan eşittir insan, demişimdir; en fazla yurt sevgisi, demek istemişimdir; en fazla inançla aldatılmamak gerek, demişimdir; emek ve akıl en yüce değerdir, demek istemişimdir; en fazla neye, neden inandığınızı, bilmek gerek, demek istemişimidir;en fazla ahlak gerek, demek istemişimdir.
Bunlar fazla mı sana kardeş!
O zaman elleşme bu dünyanın gidişine; sen, seni kurtarmak istemiyorsan kimse kurtaramaz seni, ne cezaevlerinde yatan gazeteciler, ne de vatan ve senin için darağacına çıkan gençler!
İki zincirden hangisinin bir halkasısın, önce ona karar ver!
"Ey Türk gençliği, birinci vazifen..." Diyenlerden mi; yoksa 'ben, bu memleketin köküne kibrit çakar, çıkarıma bakarım' diyenlerden misin!
İşte iki zincir budur!
İstediğine alış, istediğini güçlendir!
..
Bu satırların yazarı her zaman ulusalcı, Atatürkçü bir sosyalist olduğunu söylemiştir. İnsan eşittir insan, fikrini her geçen gün güçlendirerek insan olmaya çalışmıştır. Bu bağlamda Doğu Türkistan'daki zulme karşı durmayan ve siyasi ikbal için sesini çıkarmayan sözde Türk camiasına, sizin sahte fikrinizin ve zikrinizin iki yüzlü yüzünüzün her iki yanağınızdan öperim, dersem anlarsınız değil mi!