Son günlerde her hangi bir notere yolunuz düştü mü bilemem. Düşenler bilir ve şahittir ki gördüğü manzarayı bir kelime ile anlatacak olsa Farsça olan kelimeyle "lebaleb" derdi. Aslında bu yazıda "lebaleb" yerine Türk ve Türkçe aşığı biri olarak, "tıklım tıklım" ya da "herkes ağız ağıza" tanımlamasını kullanabilirdim; ama Arapça ve Farsça sözcükleri kullanmak adama bir başka hava veriyor doğrusu!

Okuyan ya da dinleyen, kullandığınız sözcüğün anlamını bilmiyor mu!?

Daha iyi ya!

İnsan oğlu insan kendisinin bilmediğini başkası biliyorsa ona daha fazla değer veriyor.

Kurduğu cümlenin içine birkaç Farsça, Arapça (Osmanlıca demiyorum, çünkü 'Osmanlıca' diye bir dil yoktur.) sözcük çaktınız mı, sizi dinleyen ya da okuyanın gözünde deniz olursunuz, derya olursunuz!

Anlaması gerçekten şart değil!

Bu tür insanlara Türkçe anlatsan da zaten anlamazlar ki!

Her neyse!

Gelelim, Fransızcadan dilimize yerleşmiş olan "noter" meselsine.

Geçtiğimiz günlerden birgün, sevgili avukatım Çağrı Arısoy ile Erzurum'daki her hangi bir notere gitmemiz gerekti.

İşimiz var ve vakit dar!

İnanın, hangi notere gittiysek, o noterde adım atılacak yer yok. Yani "lebaleb".

"Bu "lebaleb" kelleye dönüşen bu oruç kafamızla çekilmez," diyerek "lebaleb" olan noterlerden ayrıldık. Son gittiğimiz noterde merdivenlerin başında bekleyen kırk yaşlarında ve alnında derin çizgiler olan birine gazetecilik refleksiyle sordum:

Elbet doğrudan sorulmaz. Önce "lebaleb" kelimesini de kullanarak, "bu ne ya, nereye gitsek her yer 'lebaleb' dedim.

Yüzüme boş boş baktığını görünce, "gittiğimiz her noter tıklım tıklım," diye açıklık getirdikten ve yarım yamalak "he ya," cevabının aldıktan sonra devam ettim.

"Sizin işiniz de uzun sürecek galiba, vekalet falan mı?"

"Satış," dedi. Babadan kalan tarlamı satıp, eşten dosttan borçlanarak bir ev almıştım, şimdi onu satıyorum, hem borçlarımı ödemeyi hem de cebimize birkaç aylık harçlık koymayı düşünüyorum."

"Ne iş yapıyorsunuz," diye sorunca, "esnafım, kapananlardanım," dedi.

"Allah yardımcınız olsun," dedim. Gülümsedi.

Evet, gerçekten hangi notere gittiysek çok kalabalıktı, tıklım tıklımdı (bakın burada 'lebaleb' demedim, ne bileyim belki kıllananlar olur yani,) Büyük ihtimal, kimi evini satmaya gelmişti, kimi borcu bitmeyen arabasını devretmeye çalışıyordu. Elbet o kalabalığın yarısı da alıcıydı. Parası olan alıyor, parası biten de satıyordu!

İşleri tıkırında olanlar alıyor, işleri kırılanlar da yılların birikimini satıyordu!

Elbet insanın yaşam sürecinde bu tür iniş ve çıkışlar doğaldır.

Zaman içinde devletler de aynı iniş ve çıkışı yaşayabilirler.

Ancak, esnaf dört işlemi, yani toplamayı, çıkarmayı, çarpmayı, bölmeyi; alacağını, vereceğini bildiği kadar birazcık felsefeye kafa yorsaydı ve birkaç yıl önce "neden," sorusunu sorarak yanıt arasaydı, bugün "eller yukarı, kepenkler aşağı," emrini duyar mıydı acaba!

Kafamın içi aşısız ve maskesiz sorularla "lebaleb" dolu; o yüzden aman ha yaklaşmayın, yoksa her geçen gün mutasyon geçiren emek, adalet, eşitlik, laiklik, demokrasi virüsü size de bulaşır.

Bu virüsü kaparsanız, vatan severlik ve milliyetçilik hastalığına yakalanırsınız.

Tanrı korsun, sonra oksijen tüpü de bulamazsınız!

Benden söylemesi!

..

Hadi son olarak biz de Nef'i'ye uzanalım da adam sansınlar.

"Ehl-i dildür diyemem sinesi saf olmayana..."

Ben de diyemem!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.