Konuşma dilinin yapısal özelliklerinden bahsederken, onun kendi içindeki bölünmüşlüğüne, söyleyiş biçim ve tarzlarına verebileceğimiz örneklerin başında lehçe, şive ve ağız gelir.
Saussure, dildeki bu yapıyı ‘ayrılıkçı güç’, ‘birleştirici güç’ kavramlarından yola çıkarak ele almaktadır. Bu iki kavram aslında, dilsel topluluğun kendi içindeki iletişim merkezli ilişkisini ortaya koyar.
Bir dilsel toplulukta ilişki ve etkileşim oranı ne denli yüksekse, o dilin kendi içindeki bölünmüşlüğü de o denli az olur. Yani lehçe, şive, ağız gibi dilsel ve söyleyiş farklarının sayısı, o toplum içindeki iletişimin, alış verişin bir yönüyle göstergesidir.
Hatta bu sayı, o toplumun uygarlık ölçüsüyle de doğrudan orantılıdır. Saussure birleştirici güç kavramından söz ederken insanlar arası etkileşim sonucu bir dilin ortak özelliklerinin kullanılmasını, ayrılıkçı güç ile de toplum içinde belli oranda dilsel bölünmeye uğramış, sadece belli bir grup veya belli bölge halkının kullandığı dilsel biçime dikkat çekmektedir. “Genel Dilbilim Dersleri” adlı notlarında,  “Dar bir dilsel topluluk, kendi içinde gelişmiş geleneklere ayrılıkçı eğilimiyle bağlı kalır" diyen Saussure, “bir yeniliği birleştirici güç ne denli desteklerse bu yeniliğin alanı da o denli genişler; ayrılıkçı gücün etkisi ise, dilsel bir olgunun, yayıldığı alanda kalmasını sağlamak, bunun için de dıştan gelen olguların onun yerini almasını engellemek biçiminde” kendini gösterdiğini dile getirir.
Buradan şu sonuç çıkmaktadır: İki ağızda veya şivede veya lehçede bulunan her ortak dilsel birim birleştirici gücün, yalnız bir kesime ait özellik ise ayrılıkçı gücün ürünüdür.
Ayrılıkçı güç bağlamında, bir dil içindeki en keskin ve kopuk dilsel ayrışmayı lehçe olarak adlandırabiliriz. Saussure ayrışmaya giden süreci ve lehçe kavramına şöyle bakar: “Kendi başına kaldı mı dil, hiç biri öbürlerinin alanına taşımayan lehçelere bölünür, bunun sonucunda da sınırsız bir ufalanmaya uğrar. Ama uygarlık geliştikçe ilişkileri de çoğalttığından, bir türlü örtülü anlaşma uyarınca lehçelerden biri seçilerek ulusu tümüyle ilgilendiren her şeyin aracı durumuna getirilir. Bu seçime yön veren nedenler çeşitlilik gösterir: Kimi durumlarda, uygarlığın en ileri düzeyde bulunduğu bölgenin lehçesi yeğ tutulur, kimi durumlarda siyasal egemenliği elinde bulunduran, özeksel erkin yer aldığı ilin lehçesi seçilir; kimi durumlarda da bir saray, dilini ulusa benimsetir. Ayrıcalıklı lehçe bir kez resmi ve ortak dil düzeyine yükseldi mi, çok seyrek olarak eskisi gibi kalır. Başka bölgelerin lehçesel öğeleri karışır ona. Ayrıcalıklı lehçe gitgide karma bir görünüm alır, ama başlangıçtaki özelliklerini de tümüyle yitirmez”.
Lehçenin oluşmasına dönük Düşünür’ün ortaya attığı bu görüşlere paralel genel tanımı, “bir dilin tarihsel, toplumsal, kültürel nedenlerle zaman ya da uzamda söyleyiş, dilbilgisi ve sözcük bakımından farklılıklar göstermesi” biçiminde yapılabilir. Doğan Aksan da, bir dilin değişik ülkelerde ve bölgelerde, yine aynı dilbirliğinden kimselerce konuşulan değişik biçimi olarak benzer bir tanımda bulunur. Bir dilin yayılma alanının farklı bölgelerde aldığı özel biçim olan lehçe, tüm farklı özelliklerine karşın aynı dil içinde anlaşılabilirlik sınırını aşmaz. Lehçeye örnek olarak, Azerbaycan lehçesini gösterebiliriz.
Şive ise konuşulan dildeki ses farklılıklarıdır. Konuşma tarzı da denebilir. Bölge kültürünü ve yöresel özellikleri taşıyan şive, dilbilgisi kurallarına bağlı olmayıp, eski dil yapılarından komşu dillerin söyleniş tarzlarını da içinde barındırır. Örneğin G.Antep ve Ş.Urfa’daki söyleyiş tarzı Arapçanın etkisiyle gırtlaktan çıkarılan bir yapıdadır.
Dilsel ayrışmalar arasında ağız (diyalekt) da vardır.
(Önemli bir ayraç: Şive ve ağız çoğu zaman bir birine karıştırılmakta, hatta yaygın olarak eş anlamda kullanılmaktadırlar. (Bkz., Özleştirme Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1978, s.82.) Ancak bazı dilbilimciler de lehçe ile ağız’ı eşanlamlı kabul etmektedirler. (Bkz., Yusuf Çotuksöken, Dil ve Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Cem Yayınları, İstanbul, 1992, s.176).
Bir toplumda geçerli olan ortak dil içinde, çeşitli bölgesel ve yerel etkilerle konuşma dilinde görülen söyleyiş farklarına ağız denir. Bir dil alanı içinde görülen konuşma biçimlerini, söyleyiş türlerini, kimi durumlarda da toplumsal özellikleri yansıtan dilsel kullanımlar olarak da tanımlanabilir.
Bazı kaynaklardaki örnekler şunlardır: Karadeniz ağzında (g) sesinin (c) gibi çıkarıldığı görülür: "Celdum, cittum". Aynı ağızda, ekteki düz seslinin (ı), yuvarlak sesli (u) olması da bir ağız özelliğidir.Ayrıca ağız, kendi içinde ‘yerel ağız’ veya ‘taşra ağzı’ olarak bilinen bir ayrışmaya da gider. Ortak dil ya da lehçeyi konuşanlara oranla, genel olarak, daha sınırlı bir alanda bulunan ve çoğu kez kırsal kesimde yer alan az sayıda kişinin kullandığı yerel ağızdır ve Anadolu’da bir çok köy aynı bölgenin lehçesini konuşmasına karşın, her köyün kendi taşra ağzı da vardır.
Konuşma dilinin bu ayrışım noktalarına karşın birleştirici güç sınıfına ait olan ‘ortak dil’ olgusu da vardır. Bir ülkede konuşulan lehçe ya da ağızlar içinden yaygın ve egemen olan dil biçimine verilen ad olan ortak dil, genellikle yönetim, siyasal ve kültür merkezlerinin lehçe ya da ağızları üzerine kurulmuştur.
Türkiye’de ortak dil İstanbul ağzı olarak kullanılırken,  Fransa, İngiltere ve İspanya’da ortak dil, başkentler çevresinde gelişmiştir. Doğan Aksan örnekleri şöyle çoğaltır: İtalya’da Toskana edebiyatının yüksek değeri yüzünden Floransa lehçesi ortak dildir. Ayrıca eski Yunan’da konuşulan Attike, Arkadya,  Dor gibi değişik lehçeler içinden Attike lehçesi, bu yarımadanın kültür ve siyaset bakımından merkez oluşu dolayısıyla sivrilmiş, bütün ülkeye yayılan ortak bir dili oluşturmuştur. Yine, Latince, Roma’nın da içinde bulunduğu Latium eyaletinin lehçesinin ortak dilidir.
Bir sonraki yazımızda da argo, jargon ve idiyom konularına da değindikten sonra “konuşma dili” başlığımızı tamamlamış olacağız.
Daha sonraki başlığımız “Yazı Dili” olabilir. Bakalım.