Anlatılan içi son derece dolu bir hikâye vardır. Adamın birisi berbere tıraş olmaya gider. Berber tam tıraş ederken içeri mahallenin kabadayısı girer. Tıraş olan adamın ensesine bir tokat atar ve “kalk ben tıraş olacağım” der. Tıraş olan adam çaresiz, yerini verir. Kabadayı tıraş olur, çıkarken de alaylı mağrur bir göz atar etrafına, tıraştan kaldırdığı adamın ensesine bir tokat daha atar, “Kalk tıraşını ol” der.. Kapıdan dışarı çıkar, oradan geçen bir araç çarpar ve feci şekilde can verir. Berber tıraşı yarım kalan müşteriye döner; “Bu nasıl beddua ettin?” diye sorar, kızgındır. Tıraşı yarım bırakıp kabadayıya yer veren adam “Haşa berber kardeşim, beddua etmedim, aksine ıslah etmesi için Allah’a dua ettim. Demek ki o yaptığı Gayretullah’a dokundu” der.

Çoğu zaman dünyada kendimizi çok fonksiyonel, çok hak sahibi, akıllı, zeki veya kurnaz, yaptıklarımızın hesabını vermeyecekmişiz gibi sanırız. Oysaki uluslararası normlar, insanları insan yapan kriterler, fedakârlık isteyen mutlaka yapılması gereken özveriler vardır! Hep kendimiz için dünyanın döndüğünü düşünemeyiz. Bir yerde hak varsa, hukuk varsa, bu kurallara uymamız insanlığımız gereğidir.

Kurnazlıklarla ana babamızı, akrabalarımızı, dost ve arkadaşlarımızı ihmal edemeyiz. İstediğimiz zaman terk edemeyiz.

İnsana, ebeveyne, dosta, doğaya, hayvana yardım etmek, gönlünü hoş tutmak, elini tutmak biz insanoğlunu insan yapacak doğal, kaçınılmaz görevimizdir. Düşeni düştüğü yerde bırakmak ancak dünyaya yük olarak gelmiş, bencil, ego sahibi insanların işidir. Dünya güzelleşecekse; insanı insan yapan kriterlere uymasıyla güzelleşecektir. Mantık bugün başkasına, yarın bana der, birisinin başına gelenin kendi başına gelebilme ihtimalinden söz eder. Büyükler; “el tut ki elin tutsunlar” demiştir.

Dostoyevski; “Mantığı aşağılarsanız, ruhunuzu saptırırsınız” derken, mantığın ibresini insana hizmette görmüştür belki! Bu yüzden mantık aşağılanamaz. Doğru ve yapılması gerekeni aslında herkes bilir, ancak mantık kullanılmadığı için; insan kendini olumlu işler yapmaya motive edemez! Eksik kalır!

“Ancak çektiğimiz acılarla kendimizi keşfedebiliriz” der gene Dostoyevski!

İnsan acı çekmek zorunda mıdır? Hayatın akışına bakılırsa; ister istemez hayatta acılar kaçınılmaz, görünüyor! Hastalıklar, ölüm süreci veya Karacaoğlan’ın dile getirdiği dertleri; her kulun, her canlının başında! Yalnızlık belki de tek başına bir acı kaynağı değil; belki ödül!

“Üç derdim var, birbirinden seçilmez, Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm”!

Gerçi David Pearce; “Acı yoksa kazanç da yoktur” der. Daniel Klein’in kötümser felsefeci diye etiketlediği Arthur Schopenhauer “Acı yoksa daha fazla acı var” diyor. Pearce noktayı koyuyor; “Tam manasıyla insan olmak için belki biraz acı çekmemiz gerekiyor” ve ekliyor; “Bu bilinç olmaksızın belki de neşeli hayvanlardan başka bir şey olamazdık”!

Paul Tillich “Gençlikte acı verici ama olgunluk yıllarında leziz gelen o tek başınalığı yaşıyorum”! Diyor.

Demek ki acılara da bakış açısı ile ayar verilebiliyor, motivasyon çıkarılabiliyor, sindirilebiliyor!

Siz gene de siz olun; insana insan gibi davranarak insan olunabileceği gerçeğini atlamayın; derim!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.