Eflatun’u ziyaret eden Diyojen, halıların üstünde yürürken, “Eflatun’un gururunu ayaklarımla eziyorum,” demiş.

Diyojen’in yaşam şeklini ve felsefesini birazcık bilen biri, bu sözün kendisine ne kadar uygun düştüğünü koşulsuz kabullenir.

Zenginliğe ve dünyadaki maddesel kazanımlara, alaylı; ama daha çok düşmanca bir yaklaşımı olan filozofun bu sözünü Eflatun’dan ve zamanından araklayıp günümüze getirirsek neler diyebiliriz!

Gurur duyacağı hiçbir insani değerleri taşımayan birinin, bu gurur duyma gereksiniminin giderilmesini madde üzerinden sağlamak istemesini; buna inanmasının hatalı ve hastalıklı bir tavır olduğunu söylemek çok mu iddialı bir laf olur!

Olmazsa, olduralım!

Önce bir uydurma.

Adam, tefeciliğiyle ve buna uygun zalimliğiyle tanınırmış. Zenginliğin alabileceği en güzel kadına da sahipmiş. Her fırsatta kendi dostları arasında sahip olduğu bu iki güzellikle övünerek gururlanırmış.

Bir gün kervanlarını eşkıyalar dağıtmış, bütün varlığı gitmiş. Güzel karısı da başka bir zenginin köşküne yerleşmiş.

Zavallı adam aklını yitirmiş. Pazar yerlerinde, hanlarda; “ben bir hiçim, ben bir hiçim,” diyerek dolaşırken, yolu oralardan geçen bir yabancı omzuna dokunmuş.

“Söyle bakalım, sen neden bir hiçsin?”

Adam hiç düşünmeden cevaplamış.

“Benim gurur duyduğum iki şey vardı. Şimdi gururumun bir kısmı eşkıyaların elinde, en güzel yanı da başka birinin koynunda!”

Yabancı biraz da acıyarak bakmış ve devam etmiş.

“Bundan doğal ne olabilir! Emek harcamadan edindiğin servetin ve o servete gelen kadın; bunlar zaten senin değildi ki! Bu yüzden üzülmeyi bırak, bundan böyle, bir hiç, olduğunu bilmenin gururuyla yaşaman yeter sana!”

..

Günümüzde yozlaşanlara, özellikle siyasette kabalaşanlara yukarıdaki satırların ışığında birkaç kelam etmezsek olmaz!

Birey, doğasında bulunan "vicdan" denilen en yüce yargıyı ve insan soyundan geldiğini unutarak soysuzlaşırsa insan olmaktan ne yazık ki çıkıyor!

Ve bir hiç oluyor!

Din ve inanç hakkında kıt bilgimizden damıttığımızı, fikrimizin ve de zikrimizin çerçevesinde söyleyelim.

Hiçbir din kötülüğü (yalan, iftira, hırsızlık, yolsuzluk, tecavüz, cana kıyma, adaletsizlik) emretmez; aksine bunlara karşı manevi bir savaş vermek gerektiğini öğütler.

Yanılıyorsam söyleyin!

Peki, şimdi bakalım; yani bir aynanın karşısına geçip kendimizi inceden inceleyelim.

Bırakın, kiliselerin emrine girerek Orta Doğu'da birbirini yiyen sözde Müslümanları, yani özgeye sözümüz yok, biz kendi gözgümüzde kendimize bakalım.

Bakalım ki; bize inanç ve adalet adına çaktırmadan çakanların ne yaptığını çakalım!

Çıkalım, siyaset denilen tepelere oradan seyreyleyelim.

Bazı partilere, yani bizleri yönetmek için görev yapanlara ya da görev isteyenlere şöyle bir göz atarak birkaç söz eyleyelim.

Topluma yalan söyleyenler var mı? (Yok, dersen sağırsın.)

Rakip partiye iftira atanlar var mı? (Yok, dersen ahmaksın.)

Hırsızlık, yolsuzluk yapanlar var mı? (Yok, dersen salaksın.)

Adaletsizlik var mı? (Yok, dersen safsın.)

İnancı siyasete alet eden var mı? (Yok, dersen günahkârsın.)

..

Peki bu olumsuzluklar düzelir mi?

Elbet düzelir!

Önce "yok" diyenler "var" diyerek, gerçeklerin üzerini örtmeden, çözüm aramalı.

..

Kurtuluş Savaşı'nın Erzurum'da 23 Temmuz'la yakılan ilk ateşi, kim bilir belki de bu olumsuzlukları giderecek siyasi duruşla ikinci kez yakılacaktır.

Bir başlangıç için Erzurum buna muktedir midir?

Bence evet!

Yoksa, bir hiç olarak yaşarız!

Eflatun'un halıları değil, Diyojen'in felsefesi daha yakışmaz mı bu kente!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.