Her sabah ekmek almak için gittiğim fırının kapısında bekleyen yaşlı adam bana bakarak aynı şeyi sormakta.

“Neler oluyor size?”

Önceleri ensemden bağladığım saçlarıma laf geliyor diye düşünürdüm; sıcak bir gülümsemeyle gönlünü almaya çalışıp geçerdim. Bu sabah fazladan iki kelime etmek için bir sigara içimlik durakladım yanında. Seksenlik merdivenin son basamaklarında bulunan adamla koyu olmasa da dem ayarında bir sohbetin içinde buldum kendimi.

Üzgün sesiyle dillendirdiği düzgün Türkçesi beni öyle etkiledi ki!.. Konuşmanın sonunda hayranlığımı ve saygımı belli etmeden ayrılmak olanaksızdı.

Elbette bu duygularımı vurgulayan kelimeleri kullanarak sigaramla birlikte bitirdim bu ayaküstü sohbetini.

Hayır!

Görünüş değildi bu adamın derdi.

Kaybolmaya yüz tutmuş özler ve değerini yitirmiş sözlerdi söylemek istediği.

Bir de anlama derdi vardı bugün konuşulan Türkçeyi.

“Ben seksen altı yaşındayım,” dedi, “ama öyle kişilerle konuşuyorum ki anlamakta zorluk çekiyorum bazen. Cebimde Eski Türkçe bir Lügat bulundurmadığıma hayıflandığım çok oluyor!”

Sonra hınzırca yüzüme bakarak sordu.

“Unuttum,” dedi, “mümeyyiz, ne demekti?”

Cevap vermeme fırsat vermeden devam etti.

“Arapça ve Farsça kelimeleri kullanmayı bir marifet sanıyorlar!”

“Dil zenginliğidir,” dedim.

“Yok,”dedi, “bilgi fakirliğidir bu,” sonra gözlerimin içine bakarak, “en önemlisi de Türkçeye karşı bir duruştur,” diye devam etti.

Haklıydı belki de!

Ben de zaman zaman öylesi kişilerle konuştum ki! Biran kendimi Lale Devri’nde has bahçenin birinde terbiyeli bir “mürebbiye” ile lafladığımı sandığım çok olmuştur.

Sohbet uzadıkça, anladım ki aynı paragrafta aynı yükü taşıyan “mutlaka” ve “kesinlikle” sözcüklerini bir arada kullanmak zenginlik değil, derdimi anlatmamdaki yoksunluğummuş meğer!

Bazı televizyon programlarında kendini ayrı bir yere koyduğunu sanan bazı konuşmacılar geldi aklıma. Hiç de kulağı rahatsız etmeyecek şekilde Türkçe karşılığı olduğu halde, Arapça ve Farsça kelimeleri kullanmayı bilgi birikimi olarak sunmaya çalışanların çabalarının ne olduğunu anladım.

Bir hiç!

Aralarında Bülent Ersoy’un da bulunması şartıyla, bu dil tiplerini bir araya toplayıp, ortaya karışık bir konu atarak izlemek gerek sohbetlerini.

Ne cümbüş olur ama!

Haremin şen bülbülleri!

Şimdi başka bir konuda o yaşlı adamın sorduğu soruyu kendime soruyorum.

Neler oluyor bize?

Teknolojinin armağanlarından olan iletişimdeki kolaylığın zirve yapmaya başladığı son yıllarda, öyle sanıyorum ki insanca duygular da hızla dibe vurmakta.

Eskiye dönelim, diyecek kadar salak değilim elbette.

Peki ama şu da gerçek değil mi?

İster özlem duyan dost olsun, ister hasret çeken sevgili… Dolma kalemine çektiği mavi mürekkeple birlikte beyaz kağıda döktüğü sevgi nerede, şimdiki kısa mesajlarla duygusuzların duygusuzlara aktardığı duygular nerede!

Sizce hangisi gerçektir?

Aşk maddeleşiyor mu yoksa!

Kim bilir! Belki bu da sevginin metal hali!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.