Bizde adettir…
Başımıza gelip geçmedikçe ne halden anlar, ne de tedbir alma cihetine gideriz.
Misal, deprem!
Hafta sonunda Ege ve Marmara bölgelerinde hissedilen 6,5 şiddetindeki deprem ve ardından büyüklükleri ziyadesiyle hissedilebilir düzeyde olan artçı sarsıntılar.
Bir kere şunu kabul edelim:
Türkiye bir deprem bölgesi ve bizler de aslında deprem gerçeğiyle iç içe yaşayan insanlarız. Hele Doğu Anadolu Bölgesi ki, deyim yerinde ise; fay hatları ile çevrelenmiş durumda.
Ve Erzurum.
Hem Karlıova ile Ermenistan arasında kalan Kuzeydoğu Anadolu Fay Hattı (KAF), hem de Doğu Anadolu Fay Hattı (DAF) üzerinde bulunuyor.
İlçelere gelince:
Tortum ilçesinin güneybatısı ile Aşkale ilçesi arasında Aşkale Fayı varmış mesela. Bir de, Çat civarından başlayan Erzurum, Dumlu, Tortum ve Oltu ilçeleri boyunca uzanan Dumlu Fay Zonu var. İlaveten, Tekman ile Gaziler arasında Çobandede Fayı bulunduğu gibi, Narman-Şenkaya ve Horasan Fay zonlarını da, yabana atmamak gerek.
Bunlar bilimsel veriler.
Bir de istatistiksel verilere bakalım isterseniz.
Mesela Erzurum’da 1983 yılında yaşanan Köprüköy depremi. 6.8 büyüklüğündeki bu depremde tam bin 155 kişi hayatını kaybediyor.
1984 yılında Çat ve Balkaya’da meydana gelen 5,9 büyüklüğündeki depremde ise, can kaybı bereket 3 kişi ile sınırlı kalıyor. 2004 yılında Aşkale’de yaşanan 5,1 büyüklüğündeki depreme de, 9 kişiyi kurban veriyor Erzurum. Artı, yüzlerce yaralı ve yerle bir olan binlerce konut.
MARMARA DEPREMİ
MİLAT OLMUŞTUR
Şimdi!
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Osman Bektaş’ın bir açıklaması olmuştu bundan birkaç ay önce.
Demişti ki, Osman Hoca:
“Türkiye’ye Doğu’dan gelen bir deprem dalgası var. Ve en önemlisi de; Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki binaların yapısı itibariyle 6 şiddetindeki bir deprem, orada can ve mal kaybına neden olabilir”
Evet, kelimesi kelimesine böyle demişti işte.
Dikkat ettiniz mi, Osman Hoca can ve mal kaybına dair uyarıda bulunurken, buna ne depremin şiddetini, ne de süresini gerekçe göstermiyor.
Doğrudan “yapılar” diyor.
Yapılar evet!
Bırakın altıyı ve beşi, üç ya da dört şiddetindeki bir sarsıntıyla bile zangır-zangır sallanan o yapılar.
Sahi!
Ne demiştik yazımızın en başında?
“Başımıza geçmedikten sonra anlamıyoruz” diye.
Tıpkı, 1999 Marmara Depremi’nde olduğu gibi.
Bu korkunç afet, Türkiye’de depremlere karşı alınması gereken tedbirler noktasında atılmış en somut adımların başlangıcı olmuştur belki de.
Öyle ki; Türkiye’de yapıların denetimine dair şöyle adam akıllı bir düzenleme dahi yoktu bu deprem öncesine kadar. Şeklen vardıysa bile o da; “saldım bayıra, Mevla’m kayıra” modundaydı.
Sonra Rahmetli Ecevit, yapıların çok ciddi bir denetime tabi tutulması noktasında 595 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yi yürürlüğe koymuş, aralarında Erzurum’un da bulunduğu 20’ye yakın ili bu kararname kapsamına aldırtmıştı. Yani, deprem riski altında bulunan söz konusu illerdeki tüm yapılar, yeni kurulacak yapı denetim şirketleri tarafından kontrol altına alınacaktı.
Yerinde bir adımdı, ne ki olmadı.
İnanır mısınız, deprem tehdidi altındaki Erzurum’dan bile itiraz sesleri yükselmişti. Hatta ve hatta koyma akıl bazı belediye başkanları dahi sütre olmak istemişti bu kararnameye.
Sebep?
Sebebi şu:
Kararname ile tüm yapılar denetim şirketlerince kontrol altına alınacağından, bu süreç ekstradan bir maliyet anlamına gelecekti. Ve sözümüz ona bu maliyet, Erzurum için büyük (!) bir kambur teşkil edecekti.
Düşünebiliyor musunuz?
İnsanların sağlıksız ve çürük binalarda yaşayacak ve muhtemel bir depremde yaşamlarını kaybedecek olmaları herhangi bir sorun teşkil etmiyor, ama sağlam binalar yapılsın diye ortaya çıkacak maliyet, nedense kambur oluveriyor Erzurum’un sırtına!
Her neyse.
10 YIL SONRA
ÇIKAN O KANUN!
“İsterük” ve “istemezük” şeklindeki sesler yükseledursun; çıktı bir siyasi parti ve o dönemdeki tüm Kanun Hükmündeki Kararname’lerin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu.
Derken tüm KHK’lar iptal edildi ve bizim 595 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname de kaynadı gitti o arada.
Döndük mü bir daha en başa!
Sonra itirazlar, tepkiler ve eleştiriler başladı.
Ecevit Hükümeti baktı ki olmayacak; 4708 Sayılı Yapı Denetim Kanunu’nu çıkarıp, koyuverdi yürürlüğe.
O da ne!
Deprem riski taşıyan Erzurum, amacı; deprem riski altında olan illerdeki yapıları denetim ve kontrol altına almak olan yasanın kapsamında bile yoktu. Daha doğrusu pilot olarak belirlenmiş birkaç il vardı, o kadar.
Ya sonrası?
“Kanunun kapsamı genişledi, genişleyecek” derken, aradan tamı tamına 10 yıl geçti. Ve söz konusu kanun, ancak 2011 yılı itibariyle Türkiye’nin tamamında geçerli hale geldi.
Sonuç olarak;
Bu kanun çerçevesinde Erzurum’da da çok sayıda Yapı Denetim Şirketi kuruldu ve denetim süreci de böylelikle başlamış oldu.
Şimdi!
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra inşa edilen yapılar için söz söylenemez belki ama öncesine dair endişelerimizi ise, saklayamıyoruz nedense.
Öyle ya!
Erzurum’da binlerce konut üretimi gerçekleştirildi son 10 yıl içerisinde. Üstüne üstlük bir de ondan öncekiler var.
Sizi bilmiyoruz ama biz şunu çok merak ediyoruz: Erzurum’da meskun haldeki 15 ya da 20 yıllık yapıların kaçta kaçı sağlamdır acaba? Veyahut bu yaşlardaki her 10 binadan kaç tanesi depreme dayanıklıdır?
(?)
TEST ETMEK İÇİN
DEPREM Mİ OLMALI?
İlgili kanun bu konuda ne der, ne düşünür bilmeyiz. Ama biz deriz ki; inşa halindekiler değil de, inşa edilmiş olanlara bakmak lazım bir de.
Bildiğimiz kadarıyla yapıları sağlamlık testinden geçiren kuruluşlar Erzurum’da da var. Demirinden betonuna, temelinden kolonuna varıncaya kadar binaların adeta röntgenini çekip, çeşitli sağlamlık testlerinden geçiriyorlar.
Acaba, diyoruz.
Belediyelerin bu hususta bir yaptırım uygulama şansları var mıdır acaba? Ya da bu yönde bir çalışma yapılmasına öncülük etme imkânları?
Varsa böyle bir yol, harikulade!
Yoksa da, farkındalık oluşturmalılar bizce. Depremin değil de, asıl felaketin çürük yapılar olacağını anlatmalılar vatandaşa.
Değil mi yani?
Yapılarımızı test etmek için depremi beklemektense, tedbiri önceden almakta çok daha büyük faydalar var.
Ve son bir husus!
Madem Osman Bektaş Hoca’nın uyarısıyla başladık söze, Atatürk Üniversitesi Deprem Araştırma Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Mehmet Özyazıcıoğlu ile son verelim.
Kendisiyle yaptığımız bir görüşmede demişti ki Mehmet Hoca:
“Depremin ne zaman meydana geleceğini önceden bilmek mümkün değil. Fakat bilinen bir gerçek var ki, bölgemizde yüzlerce yıldır hiç hareket bile etmemiş fay hatları var”
Ürkütücü, değil mi?