BİZDE TURİZM; CAĞ KEBAP VE KADAYIF DOLMASI…

Erzurum dışından misafirlerimiz vardı dün. Ve aralarında akademisyenlerin de bulunduğu dostlarımızla ev sahipliği yaptık bu misafirlerimize.
Tabyalar, Atlama Kuleleri, Yakutiye ve Çifte Minareli Medrese derken, hem birer bardak çay içip hem de soluklanma adına Kale civarına yöneldik.
Yalan yok!
Kale çevresindeki “mezbelelik” durumdan haberdar olduğumuzdan; “Allah vere de, Kale’yi gezmek istemesinler” diye, aklımızdan geçirmedik de değil hani!
Ama hay geçirmez olaydık!
Misafirlerimiz demez mi: “Gelmişken Kale’yi de bir görelim” diye!
El mahkûm, ayak gardiyan; çaresiz tuttuk Kale’nin yolunu.
Daha Kale’nin surlarına bile kavuşmamıştık ki; sordu misafirlerimizden birisi:
- Burası niye bu kadar bakımsız?
Hadi buyurun, gelin şimdi cevap verin bakalım!
- Dönüşüm var, dedik.
- Belediye Kale çevresinde bir proje yürütüyor. Bu yapılar tek tek kaldırılacak ve Kale çevresine yepyeni bir görünüm kazandıracak.
Yani, klişeleşmiş o cümleleri sıralayıverdik işte.
Hoş şunu diyecek değildik:
- Efendim, burada bir proje yürütüleceği söyleniyor ama bu projenin ne zaman başlayacağı ve bu proje kapsamında neler yapılacağını açıkçası biz de bilmiyoruz. Sonra görmüş olduğunuz şu metruk yapılar var ya,  hani bazılarının damlarında adam boyu otların büyüdüğü; onların da her yıl yıkılacağı söyleniyor, ama nedense bir türlü yıkılamıyor…
 
 
ÇEVİR KAZI YANMASIN!
Gezinmeye devam ediyoruz…
Kale’nin içerisindeyiz; top namlularının önünden geçiyor ve geçmiş yıllarda yapılan kazılar sebebiyle daracık kalmış bir yoldan Saat Kulesi’ne yöneliyoruz.
Malumunuz, kuleye tırmanırken habire dönmek zorundasınız; bereket duvar yazıları var da, başınızı döndürmek ya da midenizi bulandırmak durumunda kalmıyorsunuz…
Yok, Rıza Ayşe’yi seviyor, yok Fatma Talip’i kesiyor, falan da filan.
Ha, bu arada!
Tabyaları gezinirken çok daha kapsamlı duvar yazılarını gördüğümüzden olacak, misafirlerimize herhangi bir yanıt vermek zorunda kalmıyoruz bu kez.
Tabyalardaki duvar yazılarına gelince:
Espriyle karışık diyoruz ki, misafirlerimize:
- Taşa duvara yazı yazmak ve resim çizmek, insanlığın temelinde var. Genetik olsa gerek ki; taşı-duvarı görünce dayanamıyoruz zahir!
Neyse, derken çıkıverdik kuleye.
Ve deyim yerindeyse, Erzurum ayaklarınızın altında…
Adamlar misafir, ama yerlerinde bir türlü durmuyorlar ki mübarekler! Kuleye çıkar çıkmaz, soluk dahi almadan sarılıverdiler fotoğraf makinalarına ve tepeden tırnağa şakır şakır bir güzel kaydettiler Erzurum’u.
Derken o arada bir ses duyduk:
- Vay, vay, vay!
Misafirimiz, galiba süper ötesi bir manzarayla karşılaştı zannettik önce.
“Hayırdır?” diye sorduk.
Sormaz olaydık!
Alın size yanıt:
- Abi, bu güzelim Kule’den görünen şehir bu mu? Vallahi yazık, Billahi yazık! Buraya havan mermisi mi düşmüş, ne olmuş böyle? Bu şehirde yöneticilik yapanlar şu kuleye çıkıp hiç mi bakmıyorlar çevrenin haline?
Atıldık hemen:
Tabi siz bu atraksiyonun adına “çevir kazı yanmasın durumu” diyebilirsiniz, ama biz “altında kalmadık” diyelim yine de:
- Abi, dedik.
- Çifte Minareli Medrese’yi nasıl buldunuz, ne de güzel görünüyor buradan değil mi?
- Süper, dediler.
Bir de eklediler:
- Zaten kuleden görülmeye değer bir tek o var.
- Evet, tarih turizmi çok önemli, dedik.
- Yalnız, diyerek hemen araya girdi misafirlerimizden birisi:
- Sizde fazlası var maşallah.
Nasıl yani?” diye sorduk.
- Sizde tarih turizmine ilaveten bir de metruk turizmi var.
Sustuk, sustuk, sustuk…
 
 
TURİZM FALAN HEPSİ HİKÂYE!
İnerken kulenin merdivenlerinden misafirlerimize hayıflanmadık da değil hani!
Öyle ya!
Madem Erzurum’a geldiniz be kardeşim, gidip yiyin cağ kebabını, üstüne indirin kadayıf dolmasını, sonra semaver çayıyla bir de cila attınız mıydı, tamamdır işte.
Yok, Kale!  
Yok Kule!
Yok, tabyalar, yok bilmem ne!
Tarih turizmiymiş, peh, peh, peh!
Şehrin kültürel dokusuymuş, hadi oradan!
Yok işte kardeşim, yok!
Doku moku, kültür mültür, turizm murizm yok bu şehirde.
Vardıysa da, yok ettiler zaten…
Vakti zamanında;
- Tarihi eserdir, dedik.
- Tabyalar kara tahtaya dönmüş, dedik.
- Kale’nin çevresi top talim alanı gibi, dedik, yok.
- Kentsel dönüşüm betonlaşmak ve betonlaştırmak değildir, dedik.
- Kentin ruhunu, kimliğini ve kültürel dokusunu dönüşüme kurban etmeyin, dedik.
- Yapıları dönüştürmek isterken, kentin gözünü kör ediyorsunuz, dilini koparıyorsunuz, dedik, yine yok.
Yok oğlu yok!
Daha başka ne yapalım, söyler misiniz?
Şehri hırpalaya hırpalaya perişan edenlerin dikkatini çekebilmek için düz duvara mı tırmanalım, ne yapalım? Bir kültür şehrini, bir tarih kentini, bir turizm cennetini, yani Erzurum’u, yine Erzurumlunun gözünün içine baka baka sersefil edenlere daha nasıl “dur” diyelim, ağzımızı mı bozalım, ne yapalım?
Yok, yok!
En iyisi mi, hiçbir şey yapmayalım.
Nasılsa kimsenin umurunda değil Erzurum; bundan sonra varalım biz de umursamayalım, olsun bitsin.
Oh be!
Rahatladık vallahi!
Demek ki, neymiş?
Tarihmiş, turizmmiş, kültürmüş, hepsi hikâye! Bizim harcımız sadece ve sadece iki cağ kebap ve bir de kadayıf dolmasıymış… 
Hadi buyurun bakalım!
Afiyet olsun.