Hocaefendi camide vaaz veriyor.
Vaaz “ortak yayınla” tüm camilere ulaşıyor.
***
Konu “Erzurum” olunca daha bi dikkatle dinliyor, dinledikçe “evet” diyor, adeta başınızla onaylıyorsunuz söylenenleri.
***
Hocaefendi, kitabın tam ortasından konuşuyor, sadece konuşmakla kalmıyor, “bam telimize” de şöyle bir dokunuyor.
Önce Erzurum tasvir ediyor hocam.
Dinledikçe göğsünüz kabarıyor, gururlanıyorsunuz.
***
Eskilerin yaptıkları hayırlı işler, zimen defteri gerçeği doğal olarak etkiliyor sizi.
Ve derken Dadaşların anayurdu memlekette yatan evliyalar sıralanıyor bir bir.
Pir Ali Baba, Hacı Haşıl, Habip Baba, Ebu İshak, Külhancı Baba, Müftü Solakzade, Umudum Baba, Dumlu Baba ve dahası.
***
Bu mübarek insanlar, Erzurum’u “marka” yapan Hak aşıkları.
***
O mübareklerden birisi mesela Alvarlı Efe Hazretleri.
Yani Mevla’ya emanet şehrin mimarı.
Deniyor ki Efe, Erzurum’u Mevla’ya Lübnan’ın Başkenti Beyrut’ta emanet etmiş.
Orada yaşanılan bir olay, bir Ermeni’nin aşağılayıcı sözleri şaha kaldırmış Efe Hazretleri’ni.
Geçen Uzundere’den gelirken, Alvarlı Efe Vakfı’nın yöneticilerinden birisi anlattı.
Böyle bir ayrıntıyı doğrusu bilmiyordum.
***
Yol boyu dinlediklerimi detaylandıracağım kısmet olursa. O vakit sizinle paylaşırım öğrendiklerimi.
***
Dönüyorum vaaza.
Hocaefendi Erzurum’un manevi mimarlarını bir bir sıraladıktan sonra, “Mevlaya emanet Erzurum, bu insanlar sayesinde kültür ve medeniyet şehri olmuştur” dedi ki, doğruydu söyledikleri.
***
Eğer Erzurum gerçekten bir kültür ve medeniyet şehriyse, bu ünvanı bize kazandıranların hiç biri deyin ki, günümüzde yaşamıyor.
Allah hepsine rahmet etsin.
Çoğu Asri Mezarlık’ta yatanların kimi kültür adamıydı, kimi öğretmendi, hocaydı, alim’di, ulemaydı, veli’ydi…
Kimi de sözünü senet yerine kullanan esnaftı, işadamıydı.
***
Bugün aldığının parasını vaktinde vermeye yanaşmayan, çeki, senedi çok da itibar görmeyen, “önce para, sonra mal” tercihine itilen benim esnafım, işadamım acaba hiç düşünmüş müdür?
Nedir bir söz’le yapılan milyon liralık alışverişlerin sırrı?
Neden “Erzurum” dendiğinde o günlerde kapılar açılıyordu ardına kadar, şimdi ise kapalı.
Ve neden Erzurum sadece ekonomide değil, sanat ve siyasette de var olan bir şehirdi?
***
Hocaefendi bu güzellikleri bir bir sıraladıktan sonra asıl can alıcı soruyu sordu:
“Çevresi evliyalarla kuşatılmış bu şehre hırsızı, arsızı, uğursuzu, yalancısı, aldatanı, hile yapanı yakışıyor mu?”
***
Hani kalkıp “hocam yakışmıyor” deseniz mesela.
Ama diyemiyorsunuz doğal olarak.
***
Öyle ya, güya dinimizce en kutsal kabul edilen ayda, yani Ramazan’dayız.
Daha bir iki gün önce bin aydan daha hayırlı bir Kadir Gecesi’ni birlikte ihya ettik.
Camiler tıka basa doluydu.
İnsanlar günahlarının affı için yalvar yakar ediyor, özür diliyordu Yaradan’ından.
***
Bunlar hiç şüphesiz Erzurum’un en güzel yönü, gülümseyen yüzü.
Ama bir de madalyonun öte tarafı var ki, rezalet.
Merak ettiniz mi, acaba bu ay içinde ne kadar kavga, dövüş ve bıçaklama olayları yaşandı veya ne kadar hırsızlık oldu?
***
Sanırım sayı hiç de küçümsenecek gibi değildir.
Söylenenlere bakılırsa, durum vahim.
***
Burada gelin isterseniz iki fotoğrafı, yani dolu camileri ve hırsızların yaptığı zararları yansıtan kareleri koyun yan yana ve yapabilirseniz, yapın yorumunuzu.
***
Hepimiz insanız, unutkanlık olabilir.
Adam telefonunu aracında unutmuş, evine çıkmış.
Ne bilsin hırsızın, arsızın, namussuzun biri alıp eline koca bir kayayı, utanmadan, sıkılmadan ve de korkmadan indirecek aracın camına.
Araç dediğin çok ucuz olanından değil, Mercedes’in en modellilerinden.
Kim bilir kırılan bir camı ve haşat olan kaportası için otomobile ne kadar bin lira masraf yapıldı?
Bunu şerefsizliği yapan bu şehirde yaşayan ve belki oruç tutan birileri.
***
Bakın Erzurum özelliğini ve güzelliğini giderek kaybediyor.
Esnafın, tüccarın sözü artık senet değil.
Siyasetçi de, bürokrat da güvensizlikten payına düşeni alıyor ve “sahapsız memleket” klasiği yeniden reyting topluyor.
Ve bütün bu olaylara ilgisiz kalmak, “bana ne” demekse, bilin ki, bitiriyor bizi.
***
Bunun için yapılması gereken çok da fazla bişey yok.
Bizim, hepimizin önce sorumluluğunun bilincine varması, ardından da şehrine sahip çıkması gerekiyor.
Vallahi Müslümanlık da bunu gerektiriyor.