DOĞUTÜRK

AŞIRI DENETİM, HASTA EDİYOR

Sağlık

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, aşırı denetimin kişileri hasta ettiğini söyledi.

Dr. Yavuz, daha çok güçlenmek ve gelişmek için iş adamlarının, üreten insanların önlerinin bürokratik engellerle ve mantıksız denetimlerle tıkanmaması gerektiğini belirterek, “Ne kadar çok genelge, yönetmelik, ne kadar çok kanun var ise o kadar çok bürokrasi var demektir. Yönetmelikler birbirleri ile çelişen karışık anlamları olan bir üslup taşımamalı ve net olmalıdır. Yönetim tarzımız sade ve anlaşılır olmalı ve her zaman insan faktörünü ön plana almalıdır. Elbetteki disiplinsizlik durumunda her yöneticinin ya da denetçinin gerekli uyarıları yapma zorunluluğu vardır. Ancak her hata yapanın cezalandırılması gerektiği gerektiği düşüncesi ile değil, herkesin hata yapabileceği hoşgörüsü ile empatik, onarıcı-uyarıcı tavır sergilemelidir” diye konuştu.
PARANOYAK EĞİLİMLERİ OLANLAR, İDARİ MEVKİLERE GELDİKLERİNDE BÜROKRASİYİ KİLİTLERLER
Yönetim, yargı, güvenlik ve denetim birimlerinde çalışan herkesin psikolojik eğitim alması, empati ve hoşgörü yeteneğini geliştirmesi gerektiğini anlatan Dr. Mehmet Yavuz, “Kamu sektöründe ilk işe alımlarda kişiler psikolojik testlerle emosyonel durum ve kişilik belirlemesi yapılmalı, ileri süreçteki yönetim kademesi bu sonuçlara göre şekillenmelidir. Örneğin aşırı kuşkucu ve takıntılı yavaşlığı olanlar, paranoyak eğilimleri olanlar, idari mevkilere geldiklerinde bürokrasiyi kilitlerler. Bu kişiler yönetim harici mevkilerde görevlendirilmelidir. Aşırı kuşkucu kişilik yapısı, özellikle denetim departmanlarında sorun oluşturur. Hoşgörüden, empatiden uzak teftiş elemanları, çalışanlarda aşırı motivasyon kaybı dolayısıyla verimlilik azalmasına neden olabilirler. Çalışanlar asla ürettikleri için cezalandırıldıklarını düşünmemelidirler. Müfettişler ya da denetçiler mutlaka bir eksik ya da yanlış bulma eğiliminde olmamalıdırlar. Denetim elemanları, kendi bireysel eksikliklerini aşırı denetçi bir yaklaşımla egosal bir hata bulma şekline dönüştürmemelidirler” diye konuştu.
“Devlet, özel sektörde kural koyucu, kadro belirleyici ve aşırı denetçi bir yaklaşıma girmemelidir” diyen Dr. Yavuz, “Örneğin son yıllarda sağlık bakanlığının hastane, poliklinik gibi özel sağlık merkezlerindeki kadroları belirlemekte bu konuda sıkı denetimler yapılmaktadır. Bu durum ise özel sağlık kuruluşlarının kendi bünyeleri içinde gelişmelerini ve büyümelerini de engellemekte ayrıca istihdam kaybı oluşturmaktadır. Ülke olarak sağlık turizmini hedeflediğimiz bu dönemlerde böyle olumsuz uygulamalar hiç kuşkusuz milli ekonomiye de önemli zararlar vermektedir. Devlet, aşırı koruyucu ve kural koyucu yaklaşımı ile özel sektörün önünü kesmemelidir. Nasıl ki, bir restorandaki aşçı adetinin, bir fabrika da çalışan işçi sayılarının belirlenmesinin devlet tarafından yapılması ne kadar uygunsuzsa, özel sağlık sektöründe çalışan sayılarının devlet tarafından ayarlanıyor olması da böyle mantıksız ve sağlıksız bir tablodur. Nitekim diktatörlükle yönetilen bazı ülkelerde olduğu gibi aşırı denetimci ve kural koyucu bir yaklaşımla her şeyin devlet tarafından ayarlanıyor olmasının ne kadar sakıncalarının olduğu herkesçe bilinmektedir. Ayrıca devlet, kendi kurumları ile özel sektör arasında orantısız güç kullanmadan objektif adil bir yönetim sergilemelidir. Yine sağlık alanından örnek verecek olursam; hekimler ya muayenehane ya da devlet hastanesi tercihi ile baş başa bırakılmış, ancak devlet hastaneleri ve diğer sağlık birimleri SGK ile rahatça anlaşma sağlarken, muayenehaneleri ya da poliklinikleri tercih edenlere bu hak verilmemiştir. Dolayısıyla haksız rekabet ortamı oluşturulmuştur. Bu durum muayenehaneleri ve poliklinikleri tercih eden vatandaşları da mağdur etmekte, yazılan reçeteleri, SGK’lı oldukları halde kendi bütçelerinden karşılamak zorunda kalmaktadırlar.
Diğer taraftan şurası unutulmamalıdır ki, aşırı disiplin ve denetim asla başarıya gitmez aksine verimsizlik oluşturur. Katı disiplin ve teftiş anlayışı, birim içinde kişilerin kendi yeteneklerini göstermelerini ve kendilerini geliştirmelerini engeller, tüm çalışanlarda özgüven kayıplarına uzun vade de ise ciddi ekonomik zararlara neden olur” şeklinde konuştu.

TEFTİŞ FELSEFESİ NASIL DAHA İYİ HİZMET VERİLİR, STANDARTLAR NASIL DAHA İYİ DURUMA GETİRİLİR ÜZERİNE OLMALIDIR

En büyük tehlikelerden birinin de bürokrasinin ve teftiş birimlerinin ayrıntı hastalığına girmesi olduğunu ifade eden Dr. Yavuz, “Bu yapıdaki teftiş elemanları geneli dikkate almadan ayrıntılara dalarlar ve inceleme yaptıkları kişi ya da kurumları adeta boğarlar. Halbuki asıl mesele her alanda ‘’ben devletim’’ değil ‘’ben hizmetim’’ diyebilmektir. Teftiş felsefesi nasıl daha iyi hizmet verilir, standartlar nasıl daha iyi duruma getirilir üzerine olmalıdır. Eğer denetlemezsek her şey çığırından çıkar paranoyası ile sık sık kontrollerle iş yerlerinin ve insanların bezdirilmesi, üretimin yavaşlamasına ve milli ekonominin zarar görmesine neden olabilir. Çünkü işverenler ne kadar üretim o kadar sıkıntı mantığına girmemelidirler. Aksi taktirde işlerini büyütme ve istihdam geliştirme şevkinin kırılması kaçınılmaz olacaktır.
Aynı şekilde, herhangi bir ihbar ve ihtiyaç olmadığı halde, normal rutin uygulamalarla yol kesip asayiş kontrolleri yapmak, insanların arabalardan indirilip aramaların yapılması da aşırı kollayıcı ama bir o kadar da rahatsız edici yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Emniyet güçlerinin aşırı paranoyak kontrolsüz davranışlara girmeleri bazen tarifi çok güç olan toplumsal tepkilere bile neden olabilmektedir. Nitekim ABD’de son günlerde siyahi vatandaşların olaylar çıkarmalarının nedeni, bir polis memurunun, elini beline götüren bir siyahiyi silah çekecek paranoyası ile tabanca ile vurmasından kaynaklanmıştır” dedi.
Bu konuda diğer bir problemin de mesleki ön yargılar ve saplantılar olduğunu ifade eden Dr. Yavuz daha sonra şunları kaydetti:
“Doktorlar herkesi hasta, polisler ve savcılar herkesi suçlu, bürokratlar herkesi çıkarcı, maliye mensupları herkesi vergi kaçıran, yöneticiler ise herkesi başarısız zannetme eğilimi içerisindedirler. Bu nedenle her kurum kendi içinde sık sık mesleki eğitim ve öz sorgulamalarla bu saplantılar aşılmalı, herkese potansiyel suçlu gözüyle bakan kamu mensupları, psikolojik destek ve kişisel gelişim sürecine tabi tutulmalıdır. Ayrıca her gelen yeni yönetici, kendi becerisini ve farklılığını ortaya koymak adına egosal katı bir tutum içerisine girmemelidir. Ben farklıyım, buraya imzamı atacağım gibi düşüncelerle ağır bir disiplin tarzına dönmek, çalışanlar içerisinde çeşitli psikolojik bozukluklara kadar gidebilecek ciddi gerilimler oluşturabilir.
Özet olarak daha güzel bir dünya için, daha mükemmel bir hayat için, herkesin empati geliştirerek, hoşgörü çerçevesinde, kendimize değil millete hizmet düsturu ve de ülke bilinci ile hareket etmemiz gerekmektedir. Ülkemiz üreten insanların vergileri ile ayakta durmaktadır. Bu nedenle daha güçlenmemiz ve gelişmemiz için iş adamlarının, üreten insanların önleri, bürokratik engellerle ve mantıksız denetimlerle tıkanmamalıdır. Ne kadar çok genelge, yönetmelik, ne kadar çok kanun var ise o kadar çok bürokrasi var demektir. Yönetmelikler birbirleri ile çelişen karışık anlamları olan bir üslup taşımamalı ve net olmalıdır. Yönetim tarzımız sade ve anlaşılır olmalı ve her zaman insan faktörünü ön plana almalıdır. Elbette ki disiplinsizlik durumunda her yöneticinin ya da denetçinin gerekli uyarıları yapma zorunluluğu vardır. Ancak her hata yapanın cezalandırılması gerektiği düşüncesi ile değil, herkesin hata yapabileceği hoşgörüsü ile empatik, onarıcı uyarıcı tavır sergilemelidir.”
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.