“Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O’dur.” Yunus suresi, 5. ayet.

Tarih iki şeyden oluşur: zaman ve mekân. İnsan zamanın ve mekânın bilincinde olan bir varlıktır. İnsan tarihi bir varlıktır. İnsan zamanı geçmiş, şimdi ve gelecek diye üçe ayırır. Dün geçti, reel olmaktan çıktı. Gelecek reel değil; o halde gerçek zaman, içinde yaşadığı an, şimdiki zaman. Zaman anların toplamıdır. İnsan zihninde zaman akan bir şey olarak algılanıyor. Yapıp ettiğimiz ne varsa bu zaman diliminde yapıyoruz. Bu üç boyutlu zaman dilimi insanda zamana karşı bir değer duygusu oluşturuyor. Değer duygusunu en güzel ifade eden Atasözümüz : “Vakit nakittir.” İnsanın zaman algısı, fiziki doğal zaman gibi tek düze akıp giden bir zaman algısı değildir. Güneş ve Ay insanın zamanı ölçmede en büyük dayanağıdır. Takvimlerin dayanağı da bunların hareketlerinin ölçülmesidir. Günlük hayatımızda gerçekleştirdiğimiz olayları şimdi, sonra, önce, geçen, bugün, yarın, hafta, ay, yıl gibi bölerek niteliyoruz. Ancak tarih başlangıcında ve takvim belirlemede ortak herkesin kabulü olan bir başlangıç yok. Mezopotamya’da, Mısır’da, Eğe Adaları’nda, Roma’da ve Çin’de öncelikle Ay takvimi kullanıldı. Mısırlılar ve Mayalar Güneş takvimini kullandılar. Türk kavimlerinin en eski zamanlardan beri, en çok kullandıkları takvim sistemi, on iki hayvanlı takvim sistemidir. Türklerin zamanla geniş coğrafyalara yayılmaları ve çeşitli kültürlerle temasları farklı takvimler kullanmalarına neden olur.   Hicri kameri yılın mali işlerde karışıklığa meydan vermesi yüzünden Büyük Selçuklular’da Sultan Melikşah zamanında (1072-1092) takvimde bir inkılâp yapıldı. Güneş yılını esas alan bu yeni takvimin adına Celaleddin Melikşah’ın ismine izafeten “Takvimi Celali” denildi. Hicri takvim, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göçünün esas başlangıç olarak alındığı ay yılını esas alan bir takvimdir. Hicri, ay yılını esas alan takvimde güneş yılını esas alan takvimden farklı olarak kaymalar ve yılbaşının aynı zamana denk gelmemesi mali işlerde aksaklıklar oluşturuyordu. İşte bu sıkıntıların ortadan kaldırılması için Osmanlı Devleti’nde yeni bir takvim sistemi geliştirildi. Bu takvime Mali (Rumi) takvim denildi. Adı geçen takvim Osmanlı Devleti’nde yaygın olarak kullanılmış, ancak aksaklıklardan dolayı çeşitli zamanlarda mali işlerde düzeltmeler yapılmasını zorunlu kıldı. Roma İmparatoru Caesar’ın Mısır yolculuğu ve İskenderiyeli bilginlerle bağlantı kurmasıyla Mezopotamya’da, Mısır’da, Kudüs’te kullanılan takvim bilgilerini alarak M.Ö. 46 yılında imparator Julius Caesar Güneş yılını esas alan bir takvim kabul etti. Bu takvime Miladi Takvim dendi. IV. yüzyılda Kilise bu takvime el atar ve kendine mal eder. 12’nci yüzyıldan Bağdat’ta Battani, İsfahan’da Ömer Hayyam Güneş yılının süresini doğru hesaplamaya çok yaklaştı. Matematikçi Harezmî’nin ortaya koyduğu gökbilim cetvelleri 1126’da Latinceye çevrildi ve16’ncı yüzyıla kadar Batının ilham kaynağı oldu.  Osmanlı Büyük rasathaneler kurarak bu bilgilerden de yararlanarak daha kesin bir zaman ölçümüne ulaşmaya çalıştı. Batı takvimde büyük ve uzun süren kavgalara girişmişti. Kiliseler arasında zaman belirlemede ittifak yoktu. “Protestanlar Papa’ya uymaktansa, Güneşe uymayı yeğler” diyordu meşhur Johannes Kepler. Fransız İhtilali, hem kilisenin hem kralın kullandığı takvime itiraz etti. “Kralların bize zulmettiği yılları bizim yaşadığımız bir zaman dilimi olarak düşünemeyiz.”diye yazıyordu yeni takvimin hazırlayıcısı Fabre d’Englantine.  Bu takvim Türklerin kullandığı 12 hayvanlı takvime benzer olarak tabiatın kendisi örnek alındı. Her gün bir bitkiyle, bir hayvanla ya da bir tarım aletiyle ilişkilendirildi. Gregoryan Takvimi, Fransa’da Napoleon’un Papa elinden taç giymesinden bir yıl kadar sonra, 1 Ocak 1806’dan başlayarak, yeniden kullanılmaya başlandı. Sömürgeci ve yayılmacı Batı, kullandığı takvimi kolonilerinin hemen tümünde de kullanılmasını sağladı. Osmanlı Devleti, Hıristiyan azınlıklarının ve ticaretinin büyük kısmının Batı ile olması nedeniyle Miladi(Gregoryan) takvimi de kullandı. Nihayet Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması, inkılâpların yapılması ile birlikte Miladi takvim ve Uluslararası saatin kullanımı kabul edildi. 1 Ocak 1926 tarihinden başlamak üzere “Miladi Takvim” kullanılmaya başlandı. Gün 24 saat kabul edilip, gece yarısının günün başlangıcı kabul edilmesiyle saat uygulamasında da yeni düzenlemeye gidildi.

Bugün yalnızca Basra Körfezi’ndeki kimi devletlerin tek bir resmi takvimi Hicri takvimdir. Sovyetler 1929’da Fransız İnkılâbı takviminden esinlenerek, zamanı yeniden belirlemek istedi. Amaç Yahudilerin Tanrı’ya takdis günü olan Cumartesi ile Aziz Pavlos’un belirlediği Pazar günlerini hafızalardan silerek tüm günleri sürekli üretime katkıda bulunan günler yapmaktı. Müslümanların tatil günü yoktu. Çünkü Cuma suresinde Cuma namaza çağrıldıktan sonra yeryüzüne dağılarak rızıkların aranması öğütleniyordu. Sovyetlerde zaman üzerindeki bu hafıza değişikliği 1940 yılında kaldırılarak eskiye dönüldü. Türkmenistan devlet başkanı Saparmurat Türkmenbaşı aylara müdahale ederek Hazirana ayını Oğuz, Temmuz’u Gorkut, Ağustos’tu Alp Arslan gibi adlarla değiştirdi. Pazar gününe de gevşeme günü dedi. Hatta Fransız düşünürü Auguste Comte 13 aylık bir takvim düşledi. İlk aya Musa, ardından Homeros, Aristoteles, Arkhimedes, Aziz Paulus, Dante, Gutenberg gibi adlar kullandı.
Ancak bugün evrensel bir takvim var mıdır? Evrensel takvim yoktur; yaygın olarak kullanılan takvimler vardır. Zamandaki çok başlılık Çin ve İsrail gibi ülkelerde kullanılmaktadır. Zamana hükmetmek zaman üzerinde düşünmekle ilgili olduğunu görüyoruz.

Orta kuşak ve onun üstünde olanlara ne zaman doğdun diye soru yöneltildiğinde, eğer evde bir Kur’an-ı Kerim ve okuma yazma da bilen biri varsa arka sayfasına bir doğum günü notu düşülürdü. Yoksa önemli bir günle hatırlanırdı. Yaşın kaç denmez; kaç çimen gördün denirdi. Köyde kaç kişide mekanik saat vardı! Sahurda vaktin belirleyicisi horozun ötüşüydü. Batı’lının hafızasında zaman paradır, kredi paradır. Bu kapitalizmin temel ekonomik felsefesini oluşturur. Bizde çok kullanılır: ne yapıyorsun? Ne yapayım zaman öldürüyorum. Bizim için zaman içi doldurulacak değerli bir şey değil, içi boşaltılacak bir şeydir. Bizde bugün git yarın gel, hele canım Allah’ın günü mü bitti, yarın yaparsın, gel hele bir iki lafın belini kıralım gibi düşünceler yaygındır. “İki günü eşit olan zarardadır.” Kutlu sözüne rağmen zamanı kullanmak asıl amaç değildir. Amaç, zamanı geçirmektir. Boş zamanı çok olduğu için, boş zamanda ne yapıyorsun? Kitap okuyorum deriz. Kendini geliştirmek için önemli eserleri ancak boş zamanda okuruz! Zaman bilincinde sıkıntımız var. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; medeniyetimizin arkeolojisi yoktur. İnsanlığı bütüncül kavramakta sıkıntılıyız. Kullandığımız tüm tarihi zaman dilimleri yani ilkçağ, ortaçağ ve yeniçağ bizim sınıflamamız değildir.  Çağ açıp çağ kapattık; ancak tarihe ve zamana hükmedemedik. Tarihi, Türklerin İslamiyet’i kabul ettiği tarihle başlatanların arkeolojisi olur mu? Ya da bu tarihten önceyi tarihi tarih sayıp bu tarafı yok sayanların arkeolojisi olur mu? Ya da Selçuklu ve Osmanlı dönemlerini atlayarak ya da yok sayarak Cumhuriyetle başlatanların arkeolojisi olur mu? Velhasıl tarihi hafızası zayıf, parçalı, bölük-pörçük bir tarih anlayışımız var. Arkeolojimizin olmamasının önemli nedenlerinden biri de mekân bilincimizin az olmasıdır. Dünya haritası görmeden mezun olan bir üniversitelimizde mekân bilinci nasıl olur ki. Tarihe inanç gözlüğüyle ve onu bölerek de tarihe bakamayız. Tüm insanlığa bir bütün bakarak ancak tarih bilincine ve mekân bilincine ulaşılır. Yeni yılınızı kutlar, esenlik, sağlık ve mutluklar dilerim.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.