'Çünkü Tanrı katında aklanacak olanlar Yasa'yı işitenler değil, yerine getirenlerdir. Kutsal Yasa'dan yoksun milletler Yasa'nın gereklerini kendiliklerinden yaptıkça, Yasa'dan habersiz olsalar bile kendi yasalarını koymuş olurlar. Böylelikle Kutsal Yasa'nın gerektirdiklerinin yüreklerinde yazılı olduğunu gösterirler. Vicdanları buna tanıklık eder. Düşünceleriyse onları ya suçlar ya da savunur.' Romalılar 2.13-15

Ülkemizin temel sorunu iyi bir anayasa sorunu mu? Yoksa iyi bir insan sorunu mu? Cumhurbaşkanlığımızın forsundaki 16 büyük Türk Devleti'ni kurarken iyi bir anayasayla mı yoksa iyi bir töreye sahip insan anlayışıyla mı kurduk? Cevabımız elbette iyi bir töreye sahip insanla kurduk olacaktır. Anayasa tarihimiz Tanzimat'la başladı. Anayasamız yokken devletimiz vardı. Bugün anayasa tarihi üzerine yazılmış kitaplara bakınca İngiltere'nin yazılı anayasası olmadığını belirtirler. Yazısız anayasa olur mu? Elbette olmaz. Ama devlet yönetiminde teamülleri vardır demek daha doğru olur. Peki, İngilizler bu anlayışı nereden ve kimlerden almışlardır? Bu sorunun cevabını Erol Güngör'ün yazılarından okuyalım: "Devlet çok sağlam gelenekler üzerine oturtulmuştur. İdare sanatı kitaplardaki kanun maddelerini ezberleyerek değil, uzun süren bir çıraklık devresi içinde geleneklerin ve tatbikatın öğrenilmesiyle kazanılır. Yazılı kanunlardan ziyade hukuk geleneği hâkimdir, zaten geleneğin adı da kanundur. Bir şey geleneğe aykırı ise 'Bizim kanunumuzda yoktur' denir.  Kanun geleneğin yazıya geçirilmesinden başka nedir ki? Üstelik bir şahıs veya heyet tarafından konan kanun bir başka şahıs veya heyet tarafından kolayca değiştirilebildiği halde, gelenek gayr-i şahsidir ve asıl kuvvetini de buradan alır. Eski Türk devletlerinde töre denilen geleneğe imparatorluk devrinde 'Kanun-ı Kadim' veya 'De'b-i dirin-i Osmaniyan' deniyordu. Esasiye hukuku geleneğe dayandığı için İngiltere'yi övenler, vaktiyle İngilizlerin Türk hukuk müesseselerini örnek tuttuklarını bilmezler. Daha da kötüsü, imparatorluk devrinde can ve mal emniyeti olmadığını, çünkü kanundan daha ziyade şahsi kararların rol oynadığını iddia eden münevverler vardır. Bizim Tanzimatçılar da batılıları örnek alırken, artık Türkiye'nin bir hukuk devleti olacağını söylüyorlardı: bu yüzden, Türkiye'de hukukun vicdanlardan çıkarılarak kitaplara sokulması ve orada kalması Tanzimatçılarla başlamıştır."

Orhun Kitabeleri'nde "töre" kelimesi on bir yerde geçmektedir ve bunun altısı devlet/il ile birlikte, diğer beş yerde de yine "il" ile alakalı olarak geçmektedir. Kaşgarlı'ya göre Törü " nizam, düzen, görenek, adet, evin önemli yeri ve sediri." Erzurum'da, töreli insan, töreli otur, töreli ev, töreli sofra koymak çok kullanılır. Düzen, intizam, adap, terbiye ve görgü, görenek anlamını da içermektedir. Türk Dil Kurumunun yayınladığı Türkçe sözlükte Töre: "1- Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşam biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların tümü. 2- Dar anlamıyla - Bir toplulukta ahlaksal davranış biçimleri. Törel; töreye uygun olan, Töre ile ilgili olan. Törellik; Topluluk yaşamını, insan davranışlarını düzenleyerek insanların birbirlerine ve topluma karşı ödevlerini belirleyen kural ve ölçüler bütünü."

Hilmi Ziya Ülken göre töre iki anlama gelir: Birincisi türemek fiilinden 'Türe'de denir. Oğuz töresi, Türklerin Oğuz soyundan türemiş olmaları temeline dayanan bir dayanak ve adet düzenidir. İkinci anlamı, Tevrat'ın asıl adı olan Tora'dan geldiğidir. Yine Ülken şu görüşünü ileri sürer:"Türklerin hukuki, cezai, siyasi, idari hâsılı içtimai bütün sarsılmaz ve daimi kanunlarına töre denir. Töre kâğıt üzerinde yazılı değildir ve hiçbir zaman da (tümü) yazılmamıştır. Lakin Türkmenin hafızasında harfi harfine yaşayan bu adet ve teamül kadar hiçbir kanun ve nizam yoktur. Töreye 'yasak' ve 'tüzük' de diyorlardı. İlük Hanlar sonradan bunun bazı kısımlarını Kutadgu Bilig'te kâğıda geçirmişlerdir. Cengiz, Oğuz yasasını düstur saydı. Timurlenk ve Babur, Oğuz tüzüklerini kaleme alarak kitap haline koydular. Cengiz'in yasağı esasını Oğuz töresinden almakla beraber Moğol ananesinin aşiret zihniyetinden pek çok şeyler de karışmıştır."

     Aydın Taneri törenin kalıcı olduğunu ve ilin/devletin gideceğini şöyle açıklamaktadır:  "Eski Türkler 'İl gider, töre kalır' derlerdi. Türklerin benliklerine kadar sinmiş olan bu örf ve hukuk ilkeleri, toplumu yöneten ve yaşatan tek yol idi." Törenin kalıcı bir şey olduğunu ifade etmek için- Erzurum yöresinde kullanılıyor olacak ki-  rahmetli annem: "Yol kalkar, töre kalkmaz" derdi. Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü'ne göre: "Töre; Mog-tr. Töre (yasa, düzen,gelenek)den töre.tr. Türemek- töremek (çoğalmak, üremek, döl vermek, döl artmak". Türk Tarihi ve Hukuk adlı eserinde Sadri Maksudi Arsal:"Türklerde töre, Türk Devleti'nde kanun (türe) ve hukuk yani Türkler içtimai hayatı tanzim eden mecburi kaidelere türe diyorlardı. Törü ve türe kelimeleri töremek=türemek, türetmek şeklinde kullanılır." Bu alıntılardan şu sonuca gidebiliriz; Türklerin devletleşmemiş topluluklarının il töresi yoktur.  İlleşmiş, ili olmuş toplumlarında devlet töresi vardır.  Kabile seviyesinde kalan eksik toplumların töresi yoktur. Çünkü törenin temeli devlet bilgisi ve tecrübesine dayanmaktadır. Çünkü milletin olması için bu milleti/töreyi koyan devlet başkanının olması gerekir.  Töre sözcüğü siyasi bir kavramdır. Devletle, halkla, yönetimle, devleti kuran başkanın görüş ve fiilleriyle ve bunların amaçlarıyla ilgilidir. Ancak töre ve cinayet kavramlarını birleştirerek "töre cinayeti" sözcüklerini beraber kullanamayız. Bunu kullanmak töreyi bilmemek demektir. Daha da kötüsü, töreye iftiradır. -Bu çalışmamın önemli nedenlerinden birisi de bu anlayışa karşı bilgi ile karşı çıkarak halkımızın özellikle de yazar-çizer insanları, basını ve her türden iletişim araçlarını aydınlatmaktır.-

Türklerde töre, yazılı yasalardan geniştir. Çünkü törenin hikmetle/felsefeyle, hukukla, siyasetle, ahlakla, ticaretle, dinle, sosyal hayatla ilgili yanı da vardır. Temelde törenin bir ayağı ahlakta bir ayağı hukuktadır.  Ziya Gökalp il ve töre konusunda şu düşünceyi ileri sürer: " 'İl' devlet anlamına , 'Töre' yasa anlamına olunca bu iki sözcüğün çok kez birlikte anılması doğal olur. Bununla birlikte 'töre' sözcüğünün anlamı 'yasa' sözcüğününki gibi sınırlı değildir. Yazılmış yasalardan başka yazılmamış alışkılar da törenin içindedir. Dahası, hukuksal töreden başka, dinsel ve ahlaksal töreler de vardır. Öyleyse Türk Töresi, eski Türklere atalarından kalan bütün kuralların toplamıdır. Töre sözcüğünün, Türk sözcüğüyle bir kökten olması da akla gelebilir… Türk sözcüğü de töreli anlamına olabilir… Türk sözcüğü töre sözcüğünden çıkmıştır." Uygur da toplanmak, birleşmek bir nizama, inzibata tabi olmak manasına bir fiilden hâsıl olmuş bir sıfattır. Uygurlar birleşmiş, toplanmış ve bir kanuna tabi olmuş kentli uygar topluluk anlamında Uygur adını almışlardır. Gerek Türk gerek Uygur kavramları töreye, nizama ve yasaya uyan illeşmiş, il kurabilecek kolektif şuura sahip olan topluluk anlamında kullanılmıştır. Türk büyükleri kendi tecrübe ve inanışlarına göre hem devlet, hem de  'töre' kurarlardı. Devleti 'töresince' idare ederlerdi. Türklerde 'kanun ve törelerin' diğer bir adı da 'yol' idi. Herkes bu yoldan gitmek zorunda idi. Osmanlı devletindeki uygulamalar da bu anlayış üzere yapılmaktaydı. Ömer Lütfi Barkan da bu anlayış ve uygulama konusunda:" Elbette kanunların hazırlanmasında, tatbik veya tebdilinde divandaki mütehassıs kanun ve idare adamlarının rolü Osmanlı'da büyüktür. Fakat bu rol esas itibarıyla teşrii değil teknik bakımdan hazırlayıcı ve istişari bir mahiyettedir. Bu sebeple, şekil itibariyle ve fiiliyatta kanunlar kanun olmak sıfat ve kudretini padişahın arzu ve iradesinden almaktadırlar. Mütehassıslar tarafından hazırlanan kanun teklifleri, ancak padişahın huzurunda okunup tasdik alındıktan sonra 'Kanun' kıymetini alabilmekteydi… Bir padişahın tahta geçmesiyle eski nizam ve kanunları ancak lüzum görürse tasdik edeceğini, aksi takdirde yine aynı usullerle tadil ve tensik edilmiş yeni kanunlar vazedebilir" demektedir.

Fatih'in Kanunname-i Ali Osman'ındaki ilk buyruğu şudur: ' Bu kanunname atam ve dedem kanunudur, benim dahi kanunumdur, evlad-ı kiramım neslen ba'de neslin bununla amil olalar.' Zeki Velidi Toğan'a göre de : ' Orhan Bey'in bildiği devlet nizamı ve kanunu ancak Türe ve yasaktır. Devletin esası şeriat'at değil yasaktır.' Bu anlayışla biliyoruz ki: Türklerde devletin varlığı töre koyan han ile kaimdir. Mete'den Timur'a kadar binlerce yıl esas hatları aynı kalmış bir türe mevcut olmuştur. Bu töre ve yasa devlet teşkilatının ve hanlık hâkimiyetinin temelini teşkil etmiştir. Hükümdarın sırf kendi iradesiyle koyduğu kanunlar, yasa ve yasakname adı altında toplanmıştır".

Türklerde töre; erdemli ve erdemsiz töre olarak ikiye ayrılmaktadır Erdemli törenin değişmez ilkeleri könilik ( adalet), uz'luk (iyilik, faydalılık), Tüz'lük (eşitlik) ve kişilik (insanlık-üniversellik). Kaşgar'lı törü kelimesini 'Arapça resm ve insaf kelimesi ile karşılar. Resm doğrudan doğruya kanun anlamınadır. İnsaf ise kelimenin kökü nısf yani yarım demektir. Bir bütünün yarısı o da eşitlik, adalet demektir. Türklerde bir saltanatı iki şey oluşturur; biri hikmet diğeri töredir. 'Hükümdarlık iyidir, fakat töre daha iyidir.' Türk töresi Türk hikmetine dayanmaktadır. Hikmet, kolektif tefekkürün en yüksek eseridir. Kolektif tefekkürün aklileşerek hikmet haline gelmesi onun artık kendine has bir felsefe, bir dünya görüşü yaratabilecek rasyonel değer kazandığını ifade eder. Tarihte Yunan, İran ve Türkler hikmet yaratan üç millettir. Hint, İslam ve Avrupa medeniyeti kendine has bir hikmet yaratamamışlardır. Ancak,  Türk hikmeti ne Yunan hikmeti gibi kadercidir, ne de İran hikmeti gibi hayalcidir. Türk hikmeti hakikatçi ve terakkicidir. Türk hikmetine göre tabii nizamı devam ettirmek ve mesut olmak için bilgili, cesaretli ve kanaatkâr olmalıdır. Bilgili olmak, tabiat nizamını bilmek ve onu bozabilecek sebeplere karşı hazır olmaktır. Tabiattaki düzen ve ahenk toplumsal hayatta da sürmelidir.  Hakanın en büyük gayesi il birliğini temin etmek, Türk milletini hâkim kılmak, onu yüceltmek ve uluslar arası barışı sağlamaktır.  O, bütün harpleri de bu gayeye göre varmak için yapardı. Bu anlayışla kitabelerde Türk kağanı şöyle demektedir; "Çıplak budunu elbiseli, fakir budunu zengin ettim. Az halkı çok ettim, dört taraftaki milletleri hep barışsever ettim, düşmansız kağanım… Ben hiçbir zaman zengin bir halka hakan olmadım. Ben, karnı aç, üstü çıplak, düşkün ve sefil bir halka hakan oldum.. Halkımızı su ve ateş (gibi birbirine düşman) kılmadım.. İline ve kağanına sadık olanlara iyi davrandım. Dört bir bucakta yaşayan halkı barışa mecbur ettim ve onları düşman kılmadım. ( Bu yüzden) onların hepsi bana itaat ettiler."

Türklerde töre koyucu töreyi nasıl koyar ve Tanrı'dan ne alarak töreyi koyar?" sorusuna Mübahat Türker Küyel şöyle demektedir: " Töre, toplumu düzenleyen mecburi kurallar, kamu nizamın/nomos, örf ve geleneklerin kesin hükümlerin birliğidir. Bilge Kağan 'törü'yü, Gök Tanrıdan almaz.- Oysa Semavi Dinlerde Şeri'a, Tanrıdan Peygambere vahiyler suretiyle gelen emirlerle alınır-. Kağan, Tanrı'dan sadece kut almıştır. O'nun, bu sebeple, herkes içerisinde, hâkimiyete liyakati (karizma'sı) vardır. Onun, kutunu alması bilgeliktir. Kutun gereklerini yapması ise Alpliktir. Hakan 'törü'yü "eçüsü apası törüsünce", "törüde üze" yapar. Bu onun, 'törü'yü ruhun ölmezliğine, Tanrı'nın varlığına dayandırdığını gösterir. Hakan 'törü'yü, ruhun ölmezliğine, 'Atalar Ruhu'nun ölmezliğine inanarak, erdemlerine dayanarak kor; yoksa hakan, 'törü'yü kendi insafına göre koymaz. Hakan buyrukları ve bodun önünde hesap verir… Hakan ne Tanrı'nın kendisidir, ne de oğludur. Toplumda kişi, hakanın 'insaf'ına değil, ancak törünün insafına bırakılmıştır'.                   

Bahattin Öğel'e göre ise: " Töre, devletin kurucusu tarafından konmuş ve ondan sonrakiler tarafından korunmuş, nesilden nesile geçerek, hayat kaideleri haline gelmiş, kaynağını yasalardan ve örflerden almış, halkın aklına ve iradesine mal edilmiş, topluluğu disipline sokan, aile düzenini sağlayan bir devlet düzeni ve gücüdür."

'Bilig kimde erse ajun begleri

 Törü edgü urmış kişi yiğler.'

 Dünya beylerinden hangisi bilgili olmuşsa,

 İyi töre koyanlar ve iyilikte ileri gelenler onlar olmuştur." Töreyi kim değiştirir?  Töreyi de ili kuran değiştirir." ve sonraki gelen devlet başkanları geliştirir. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve inkılaplarını kalıplaşmış yazılı bir ideoloji kalıbı olarak değil, Türk töre anlayışı içerisinde değerlendiriyor ve öyle  düşünüyorum.  Törenin değiştirilir olması hem hayatın akışını sağlama hem de hukuku dondurulmuş formlardan kurtarma demektir. Türk devlet geleneğinde töreler değişkendir ve tarihi şartlara göre sürekli değişirler. Bu açıdan da ne nesnel, ne evrensel ve ne de mutlaktır. Çünkü zamanın aşındırmadığı bir töre düşünülemez.  Asıl değişmemesi gereken belki de töre zihniyetinden uzak olmamaktır. Hukuk ve ahlaktan kopmamaktır. İnsan eğitiminde ahlaki değerler nasıl bir terbiye içerisinde veriliyorsa töre terbiyesi, hukuk ve yasa terbiyesi de elbette bir yaşantı ve kolektif şuur halinde verilmelidir. Erzurum'da töreli insan demek hak ve hukuk çevresinde yaşayan ahlaki değerlere uyan insan demektir. Hatta uygunsuz oturan insana töreli otur derler. Kant'ın ifadesiyle "devlet kendini hukuk üzerine inşa etmeli ve bu zeminde kalmalıdır." Hukuk üretmek devletin en temel görevlerinden birisidir. En üst düzeyde çocukluk çağından başlayarak her bir bireyimizin AKLINI, VİCDANINI VE YÜREĞİNİ işler hale getirmeliyiz. Elbette bu üçlü yönünü kullanan insanda görev,  sorumluluk, hak ve adalet duygusu gelişir. Eğitim yoluyla insanın hak ve adalet duyguları geliştirilince insanın başarıları gelişen bir yöne çevrilebilir ve kendisi bu başarıların sadece alıcısı olmakla kalmaz aynı zamanda bu başarıların yaratıcısı da olur. Elbette erdemli töre ile devlet yönetmiş ve yönetilmiş bir millet olarak anayasasız bir devlete geri dönelim diyemeyiz. Bu mümkün de değildir. Yukarıda izaha çalıştığım şey erdemli töreyi kaybederek yazılı anayasa ile her şeyin halledileceğini sanmayalım. Tanzimat'tan bu yana yazarak değiştirdiğimiz anayasalar buna şahittir. Devletin temel amacı yukarıda da belirtildiği gibi: açlığı, yoksulluğu, umutsuzluğu, kanunsuzluğu, güvensizliği, kargaşayı ortadan kaldırarak, "Erdemli Türk Töresi''ni tüm yurttaşların vicdanında, yüreğinde ve aklında yer etmesini ve davranışlarında da bunu yaparak ve yaşayarak göstermesini sağlamaktır. Farabi'nin önerdiği demokrasinin temel iki dayanağı vardır:Hürriyet ve eşitlik. Eşitlik anlayışı, kanun önündeki eşitlikten daha çok insan zihninde bir öteki insanı kendisiyle eşit görmesi ve hissetmesi anlayışına dayanmaktadır. Hürriyet anlayışı ise, benim hürriyetimin bittiği yerde bir başkasının hürriyeti başlar anlayışındaki Batı'nın hürriyet anlayışından öte, birbirimizin hürriyetlerini sınırlandırmaktan daha çok hürriyetlerimizin genişlemesi için yardımlaşma hürriyetidir. Yeni Anayasada eğer bu iki anlayış hâkim olursa yalnız bizim için değil insanlık içinde yol gösterici bir anayasamız olur diye düşünüyorum. İncileri, mercanları onun değerini bilmeyen insanların önüne atmamak gerek.  Hülasa erdemli olmayan insan topluluklarının erdemli töresi ve erdemli yasası olmaz. Erdemli olan insan topluluklarının da erdemsiz töresi ve erdemsiz yasası olmaz. Yazımızı Pir Sultan'ın dörtlüğüyle bitirelim:

Pir Sultanım katı yüksek uçarsın

Selamsız, sabahsız gelir geçersin

Aşk u muhabbetten niçin kaçarsın

Böyle midir ilinizin türesi/töresi
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.