Erzurum bir asır öncesine kadar mimarisi, cemiyet yaşantısı ve insan kaynağı ile tarihin derinliklerinden kalan bir yaprak misali Palandöken’in eteklerine tutunmuş, kendi göğünün altında hüznü ve sevinciyle bir başına yaşamaya alışmış kadim bir şehirdi. Zamanın donduğu bu yayla şehri, hafızasında Kafkaslar’dan, İran’dan, Asya’dan ve Anadolu’dan kervanların taşıdığı ve zirvelerde bir kartal gibi çağların en sert rüzgârlarını göğsünde sindirerek binlerce yılın kültürünü, irfanını tüm tazeliğiyle koruyordu.
 
1958–1960 yılları arasında Atatürk Üniversitesi’nde rektör yardımcılığı ve edebiyat fakültesi kurucu dekanlığı görevinde bulunan ünlü edebiyat araştırmacısı Pof. Dr. Mehmet Kaplan, Erzurum’un sosyo-kültürel derinliğiyle ilgili “Erzurum’da yıllardan beri hasret kaldığım Anadolu’nun ruhunu buldum… Erzurum beni çok daha derinlere, bin yıl ötesine götürdü… Erzurum beni, insanları ile, sokakları ile, köyleri ile, dağları ile en eski günlere tâ Malazgirt savaşının yapıldığı günlere götürdü… İşte Erzurum’un o fakir, eğri büğrü sokakları arasında dolaşırken kahvelerinde halk hikâyecilerini ve şairlerini dinlerken, son derece terbiyeli, efendi esnafı ile alışveriş eder, konuşurken…”[1] ifadeleri meseleyi ne güzel anlatmaktadır.
 
Erzurum uzak şehirdi, yalnız şehirdi. Uzun ve sert geçen kışlar onun en sadık dostuydu. Sert kışların ve uzaklığın şehre dayattığı sosyal hayat, şehri söz ülkesinin pay-ı tahtına dönüştürüyordu. Yedisinden yetmişine şehrin insanında söz, Tebriz’in İstanbul’un şairlerini kıskandıracak güzellikte şiir oluyordu. Erzurum’da mevsimler değişse de değişmeyen tek iklim şiirdi. Kadı Darîrler, Şair Nefîler, İbrahim Hakkılar, Âşık Emrahlar, Ziya Paşalar, Sümmanîler, Reyhanîler bu toprağın mayasından nasiplenerek şiir tahtının sultanları arasında akla ilk gelenlerdendir.
 
Erzurum efsunlu bir şehirdir sanki, adamı illa ki şair yapar. Âşık Veysel görmese de havasını teneffüs edince Dumlu Dağı’na ve Erzurum’a şiir yazmıştır meselâ. Behçet Kemal Çağlar, Bekir Sıtkı Erdoğan, Özdemir Asaf, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Yahya Kemal Beyatlı, Yavuz Bülent Bakiler, Ahmet Hamdi Tanpınar, Arif Ay, Hasan Ali Kasır ve nice şair Erzurumlu olmadıkları halde şehrin esrarına teslim olan divane sayıklamaları gibi efsunlu mısralar dökmüşlerdir Erzurum’a.
 
Osmanlı’nın önemli vilayetlerinden olan Erzurum, hazırcevaplığıyla ve güçlü kalemiyle tanınan, Servet-i Fünun dergisinin ve Türk edebiyatının önemli isimlerinden Diyarbakırlı Süleyman Nazif’in ve sonradan İttihat ve Terakki’ye dönüşecek İttihâd-ı Osmânî Cemiyeti adlı gizli örgütü kuran beş tıbbiyeliden birisi olup Türkiye’de Batıcılık akımının öncülerinden Malatyalı Abdullah Cevdet’in şiirlerine de konu olmuştur. 
 
Bilhassa Süleyman Nazif, Erzurum için çok önemli ve değerli isimdir. Süleyman Nazif’in Erzurumla ilgisi, konuya özel alâkası ve çalışması olanlar dışında pek bilinmez.
 
Süleyman Nazif, Millî Mücadele’de Erzurum ve doğu illerinin kurtuluşunda çok önemli işlevi olan “Vilâyât-ı Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti”nin kurulmasında öncülük yapmıştır. “Mondors Mütarekesi’nin 24. Maddesinde, İngilizce metinde kasten “Six Armenian Proviences” yazılan Vilâyât-ı Sitte ( Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamûratülaziz, Diyarbakır) da bir karışıklık çıkması halinde bu vilâyetlerin herhangi bir kısmını işgal hakkını itilaf devletleri muhafaza eder, deniyordu.[2] 24. Maddeye dayanarak doğudaki illerin Ermenistan olmasından endişe duyanlardan biri de Erzurumlu Hoca Raif Efendi’ydi. Erzurumlu Hoca Raif Efendi de mütarekenin imzalanmasından sonra İstanbul’a giderek gerekenlerle ve bu arada Diyarbakırlı Süleyman Nazif Bey’le görüşmüş. Meseleyi çok ciddi kabul eden Süleyman Nazif Bey, Raif Efendi ile birlikte önce gazeteleri ziyaret etmiş, Ermeni meselesi hakkında ölçülü ve duyarlı yazılar yazılmasını istemiş, netice alamayınca Beyrut, Hicaz, Beyazıd, Diyarbakır ve Sivas mebuslarıyla bir araya gelerek 2 Aralık 1918’de “Vilâyât-ı Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”ni kurmuşlar. Cemiyetin kurulduğu günlerde yedek subaylıktab terhis olarak İstanbul’da bulunan Dursunbeyzâde Cevad Bey de cemiyetin toplantılarına katılmış ve kendisine gerektiğinde Erzurum’da şube açma yetkisi verilmiş.
 
“Cemiyet ilk toplantılarında aşağıdaki esasların müdafaasına karar verilmişti:
1-      Doğu vilâyetleri tarih itibariyle bir Müslüman Türk memleketidir. Bu bölgede Ermeniler öteden beri küçük bir azınlıktır.
2-      Elli yıldan beri Ermeniler bu bölgede çeşitli siyasî öldürmeler ve komitecilikle Müslümanları kendilerini müdafaa zorunda bırakmışlardır. İlk teşebbüs onlardan gelmiştir. İşte bu esaslar dairesinde davamızı bütün cihana karşı savunmak için Fransızca “Le Pays” (Ülke) ve Türkçe “Hadisat” gazetelerinin çıkarılması. Bunlar için vasıta teminini Süleyman Nazif Bey üzerine alacaktır.”
Hadisât gazetesinin başyazarı Süleyman Nazif Bey, gazetede yazdığı çok cesur yazılarla bilhassa Avrupa ve Amerika ileri gelenlerine bölgede yaşanan hakikatler ile Türkün Vilâyât-ı Şarkiyye’de hakkından bahsediyordu. Süleyman Nazif Bey doğu illerinin İstanbul’dan dünyaya açılan sesi olmuştu adeta. Süleyman Nazif, işte böyle bir vatanperverdi ve tüm doğu illeri gibi Erzurum için, itilaf devletlerinin tepkisini çeken yazılar kaleme alıyordu.
 


[1] Mehmet Kaplan, Cennet Çeşmesi dergisi, sayı 1, Erzurum 18 Aralık 1965, s.3
[2] Yd.Doç.Dr.Haluk Selvi, Millî Mücadelede Erzurum, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2000, s.50
[3] A.g.e, s.51–52
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.