Biz zamanların delikanlısı, cami alemlerini yapımcısı, Dadaş Necati amcanın ömründen yıllar su gibi akıp gitmişti. 93 yaşına gelmiş, dizlerinin feri kesilmişti. Kendi kendine söyleniyordu.

Daha dün çocuktum. Ayaklarım da bırakın ayakkabıyı çorap bile yoktu.

Derken babam beni bakırcı ustasının yanına çırak verdi. Ha okul mu? O yıllarda okul yoktu ki ...

Ustam; evladım şunu getir, şunu götür, yan dükkana git şunu iste gibi şeyleri emir buyururken yıllar geçti...! Birde baktım kalfa olmuşum. Artık elimde çekiç, örs öğrenmeye çalışıyorum....

1940'lar bir yaz Sultansekisi'nde esnafların toplantısı var dediler. Haydi sende hazırlan gel dedi ustam.

Dadaşlar davul-zurna eşliğinde Abdurrahman Gazi türbesinin üst kısmındaki sultansekisi'ne bölük bölük gidiyordu.

Kazanlar kaynamış, pilavlar pişmiş, kesilen sığır etleri kazanda pişmiş, sofraya götürülmeyi bekliyordu.

Davulun sesi uzaklardan duyulurken zurnadan çıkan nağmeler Palandöken dağından yankılanıp Erzurum semalarına dönüyordu.

Yediden yetmişine herkes bar tutmuş, kendini müziğin ritmine bırakmıştı. Esen ılık rüzgar insanların gönlünü okşuyor, birazdan kurulacak sofrada herkes yerini alıyordu.

Lengerlere, sahanlara pilavlar, çoban kavurmalar konulmuş, sesler kesilmiş, kaşıkların sesi etrafta yankılanır olmuştu.

Yemek yenilince eller semaya açılmış, Müftü efendinin okuduğu yemek duasıyla son bulmuş, öğle namazı için saf tutulmuştu.

Palandöken dağı mutluydu. Erzurumlular mutluydu. Kalfalıktan çıraklığa geçen usta adayları da mutluydu.

Artık şed kuşanma zamanı gelmiş, esnaf şeyhleri yerini alırken ustalarda heyecanla kalfalarının bellerine peştamal bağlayarak onların ustalığını ilan etmeyi bekliyorlardı.

Necati de o gün mutluluklarından havalar uçmuş, peştamalı bağlamış ve usta olmuştu.

Günler ilerlerken askere gitmiş, İş Ocağında üç yıllık görevini tamamlayarak evine döndüğünde Bakırcılar çarşısında açacağı atölyenin hayalini kurmaya başlamıştı. Bakırcılar çarşısı o yıllar çekiç seslerinden geçilmez, ustalar bütün hünerlerini gösterirken Necati de bu kervana katılmıştı.

Günler ilerlemiş Necati evlenmiş, çoluk çocuk sahibi olmuştu. Yıllar çok çabuk geçmiş, çocuklar evlenmiş, her biri bir hane sahibi olmuştu.

Necati usta Camilerin alemlerini yapmayı sürdürürken günün birinde hayat arkadaşını kaybetmiş ve evde tek başına kalmıştı.

Büyük oğlu baba gel artık bizde kal. Evde tek başına kalma isteğini kırmamış ve oğlunun evine yerleşmişti.

Fakat günler geçiyor, Necati Usta evini özlüyor kimseye bir şey diyemiyordu. İlerlemiş yaşına rağmen Sabah namazıyla evden çıkıyor, yatsı namazından sonra eve gidiyor, gelinin hazırladığı yemekten bir kaç lokma alarak kendi odasına çekilip uyumaya çalışıyordu.

Yıllar geçmiş içindeki Tatar Böreği arzusunu iyiden iyiye alevlenmişti. Kimseye söyleyememiş ve altı metre karelik dükkânında yapmaya karar vermişti.

İlk olarak un, yağ, tencere, oklava, merdane almakla işe başlamış, dükkânındaki masanın üzerinde fırından aldığı mayalık hamuruyla tatarböreğinin hamurunu yoğurmuş , üzerine örtüler kapatarak mayalanmaya bırakmıştı.

Dükkânındaki küçük tüp üzerine tencereyi koymuş, çeşmeden getirdiği suyu boşaltarak kaynamaya bırakmıştı.

Artık mayalanan hamuru masaya koyup kestiği küçük hamur parçalarını merdane yarımıyla genişletmiş, oklavayla yufkaya çevirmişti.

Fakat bu iş o kadar kolay olmamış unlar etrafa saçılmış, eli, yüzü unla bembeyaz olmuştu.

İçinden rahmetli eşi aklına gelmiş, ama sıra bıçakla yufkaları küçük parçalar halinde kesmeye geldiğinde nedense istediğini yapamamıştı.

Hamur olgunlaşmamış, en küçük etkide param parça oluyordu.. Alnından terler akıyor, tenceredeki su fokur fokur kaynıyordu.

Bir hızla kestiği hamur parçalarını tencereye dökmüş olacakları heyecanla beklerken bir anda su içine döktüğü yufka parçaları hamur haline gelmiş, suyun içine dağılmıştı.

Necati Usta ağlıyordu. Bütün emekleri zayi olmuş, çok ama çok yemek istediği tatarböreği yemeklikten çıkmış, çöpü boylamıştı.

90 yaşını geçmiş olan Necati amcanın iki gözü iki çeşmeye dönüşmüş saatlerce ağlamayı sürdürmüştü. Yaşlıydı, garipti, çaresizdi.

Bir gün yanına gittiğimde: Gel Hoca gel dedi ve yaşadığı bu acıyı benimle paylaştı. "Allah kimseyi eşinden sonraya koymasın" diye dua etmişti.

Birde; "Allah hiç bir kulunu akranlarından geride bırakarak yetim bırakmasın. Çünkü en büyük yetimlik eşinden ve akranlarından geriye kalıp dertleşeceği kimseyi bulamasıdır" demişti.

Aylar sonra tekrar Necati amcanın dükkânına uğradığımda 94 yaşında vefat ettiğini öğrenmiş, Fatiha'sını okuyarak oradan ayrılmıştım.

Ruhu şad olsun.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.