“Sen Mevlayı seven de Mevla seni sevmez mi?

Rızasına iven de Hak rızasın vermez mi?

Sen Hakk’ın kapısında canlar feda eylesen,

Emrince hizmet etsen Allah ecrin vermez mi?”

Alvarlı Efe Hz.

Recep…

Şaban…

Ramazan.

Tevvab…

Ğafûr…

Settar.

Kıldan ince kılıçtan keskince bir yolun adıdır hayat.

Adımlarsın… titrek adımların sürekli yalpalatır seni…

Tam düştüm derken imdada Rahman yetişir!

Ey kulum, sen günahsız olasın diye yaratılmadın ki, der gibi uzatır üç kardeşten ilkini…

Recep, insanın günahlar karşısında kalbinin tiremesine benzer.

Yürümeye devam edersen adımların derlenir toparlanır…

Yüzün buruşur; edip eylediklerin, görüp geçirdiklerin, sırtını dönüp geçtiklerin geldikçe aklına…

Ellerini havaya kaldırır…

Şah damarından yakın Rahim’e yönelirsen…

Üç kardeşten ikincisi çıkar karşına…

Ömür gelir Şaban’a dayanır.

Kalbinde bir fısıltı çoğaldıkça çoğalır Ğafûr olan Allah’ın dertlerine deva olduğunu anlarsın.

Engebeler çok, yokuşlar kavi, hendekler derindir bilirsin…

Yürürsün!

Takatsiz ayaklarının dermanına mecbur olmadığını anladıkça yükün hafifler.

Yürüyen bir kemik değildir asla…

Konuşanın bir et olmadığını….

Görenin bir yağ topağından ibaret olamayacağını anladıkça…

Ayaklarına dermen…

Diline tatlılık…

Gözüne aydınlık dolar!

Arkana bakmak istemezsin artık.

Nihayet bilirsin kırıp döktüklerimi, yakıp yıktıklarımı, kendime yazık ettiklerimi anlayıp yandıkça, affıyla temizleyen bir Vedud var!

İşte o an üç kardeşin en büyüğü, gözbebeği Ramazan’dır artık!

Dünyaya burun kıvırarak bakarsın…

Özlemlerin, arzuların, iştahın silinip gider kalbinden!

Helalin bile boğazdan geçmediği ana denk gelmişsindir artık.

Dünya zevklerinin ayıplanmayacak taraflarına bile kaymaz kalbin.

Şimdiye kadar şehvetle kovaladıkların, açlıkla saldırdıkların, gözü doymazlıkların geldikçe aklına boynun yere düşer…

Affedilmek ümidi hep içini ferahlatsa da yetmez sana!

Düşünüp durursun Mahşerin gözleri yuvalarından fırlatan dehşetini…

Adem babamızdan kıyametin üzerine kopacağı son insana kadar bilmem kaç trilyon karşısında gizlediklerinin açığa vurulacak olmasının mahcubiyeti affedilmenin ferahlığını gölgeler…

O vakit anlarsın vakit Ramazan demek, aynı zamanda Settar olan Sahibin müjdelerinin puslanan sevinçlerinin önüne dikileceği gün demek olduğunu.

Açarsın ellerini ve sessiz bir teslimiyetle El-Vedud olan Rahman’a gözyaşlarından bir sevinç çelengi sunarsın.

Sen bizi sevmeseydin Allah’ım hiç günahlarımıza acıkmanın güzelliğini göstermek için Ramazan’ı bize lütfeder miydin?

Sen bizi sevdin ya bir oyun…

Sen bizi sevdiğin için bize hayat verdin ya…

Biz seni sevmek için daha neyi bekleyelim!

Karnımızın aç, kalbimizin tok olduğu, Kadir kıymet bilenin ikramı o günün içinde gizlendiği en muhteşem zamana yeniden eriştidin ya bizi…

Şükretmemiz yetersiz…

İbadetlerimiz kifayetsiz…

Zikrimiz eksik kalır.

Biz kul olmanın acizliğini işte tam da bu vakit sevinçle haykırırız…

Biz Allah’ın kulları ne yapsak Seni hakkıyla sevemeyiz…

Ve nasıl yaşasak Senin bize olan sevgine layık olamayız.

Ancak Sen sevdin ya, korkularımız hitama erer…

Eksiklerimiz ayaklarımıza dolanıp bizi çaresizce beklemeye mahkum edemez.

Allah’ım, sen bizi Vedud’a layık seversin biz Seni biçare kul kadar!

Sen bilirsin gücümüzün neye çatacağını ve biz senin acizliğimizi bildiğini bilir ferahlarız!

Bizi Ramazan’a eriştiren Rahman’a hamdolsun!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.