Bir doğal felaket olmadan önce, bilim, denilence dalga geçen ya da cinlerini tepesine toplayanlar, bir felaket olunca bilimden cevap bekliyorlar. En son Elazığ depreminde yine gördük bunu. Bilim insanlarına dönüp de bakmayan ve küçük kafalarına bilimi takmayan bazı televizyon kanalları, yer bilimlerinde uzmanlaşmış isimleri tek tek konuşturmaya başladılar.

Olsun, bu da bir gelişmedir!

Gerçi, "uzayda ne olduğunu araştırmak için dünya kadar para harcamaya gerek yok, gelsinler ben neler olduğunu söyleyeyim," diyen değerli beyinlerimiz de hâlâ var!

"Evrenin, evrendeki olguların ve olayların bir bölümünü ele alıp birtakım yöntem ve deney yolları kullanarak ve gerçeğe, gerçekliğe dayanarak birtakım yasalara ulaşan bilgi yolu, düzenli ve tutarlı bilgi," olarak tanımlanan bilimin, Ortadoğu'da gelişmemesini ya da es geçilmesini düşünmek gerek!

Sosyal bilim alanında yer alan siyaset biliminin ve yönetim şeklinin bunda büyük paya sahip olduğu söylenirse, sanıyorum kimse karşı gelmez.

Siyasi teorilerin pratiklerini inceleyerek, siyasi sistemler ve siyasi davranışlar konusunda kafa yoran ülkelerin yaşam koşulları ve de refah seviyelerini düşünecek olur isek, siyaset biliminin de değerini anlamış oluruz.

Siyaset, salt hitabet sanatı ya da maddi güçle ölçülemez.

Asıl önemli olan, örgütlenmek ve sınıf bilincidir.

Günümüzde asgari ücretle yaşam savaşı veren emekçi sınıfından olanların çoğunluğunun, uzun yıllardır kapitalizm zihniyetini taşıyan partilere oy vermesindeki çelişkiyi anlatamayanlar ya da anlamak istemeyenler, ne yazık ki bir ülkenin geleceğiyle de oynamaktalar.

Tekrar deprem meselesine dönecek olursak.

Empati yaparak kendimizi bir an depreme uğrayanların yerine koyalım. Öldüysek zaten mesele yok! Peki enkaz altında kaldıysak ya da çocuğumuz, eşimiz, kardeşimiz, annemiz, babamız; ya da komşumuz veya hiç tanımadığımız biri enkaz altında ise, ne düşünürüz, nasıl bir çaresizliğin ruh haline bürünürüz.

Bu çaresizlik ve öfke bizi nerelere sürükler?

Bilimi önemsemeyen, bilim insanlarının uyarılarına kulak asmayan yetkililere olabilir mi?

Olur elbet; ama, insan canıyla ödenen ve önlenebilecek tedbirleri almayan sorumlular, bu tür felaketlere "kader" diyerek, kendilerine yönelecek olan eleştirilerin, kızgınlığın önünü kesmek istemekteler.

Ve bir takım insanlar, bunu açıkça Tanrı'nın isteği olarak göstermekten de çekinmeyerek adeta "kader"i sorumlu tutmaktalar.

Birçoğumuz televizyon ekranlarında ya da yazılı basında trafik kazalarıyla ilgili haberleri görmüşüzdür. Devrilmiş bir kamyonun alnında yazan "Allah Korusun" yazısı da dikkat çekmiştir elbet.

Sen aşırı yük al, trafik kurallarına uyma; ama "Allah Korusun" yazısını da yazmaktan eksik kalma! İstersen buna utanmadan bir de "kader" de!

Elbet Allah korusun; ancak sen önce tedbirini al, kurallara uy kardeşim!

Bunun depremden ne farkı var ki!

Biri bireysel sorumluluk, diğeri yönetim sorumluluğu değil midir!?

Bozuk düzenlerde bu her zaman böyle olmuştur.

Hangi ülke ve toplumda olursa olsun, bilimden uzaklaşan ve bilime önem vermeyen yönetimlerde depremlerin can alması gayet doğaldır. ( Ülkemizde bu tür ölümler, son yıllarda değil, çok uzun yıllardır olmakta.) Herkesin verdiği Japonya örneğini detaylı olarak burada tekrarlamanın da bir faydası olacağını sanmıyorum.

Ne yapalım, demek ki; onlara bilimin, bize kaderin yolları düşüyor ne yazık ki!

Şimdi empati yapalım ve en son depremi yaşayanların yerine koyalım kendimizi.

Bilimi mi seçeriz, kaderciliği mi?

Gerçi bazı zümre "kader" diye haykırarak ve bilimin tüm olanaklarını kullanarak, kendi yaşamlarını riske etmezlerken, bizleri de kaderle avutmaya devam ediyorlar.

İşte bu çok kötü!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.