-Kutlanacak bir şey yok aslında!-
Tiyatroyla aramızdaki mesafe giderek açılıyor. Bilmem farkında mısınız?
Tiyatro kendini varedebilmenin başka yollarını arayadursun, onun her arayışı toplumla arasındaki mesafeyi açıyor.
Oysa tiyatro bugün sanat için sanat yapmıyor.
Halka yakın durmak için yaptığı her hamle onu biraz daha uzağımıza atıyor.
Tiyatro uzaklaşıyor ve biz ona el sallamak zahmetinde bile bulunmuyoruz.
Tiyatronun farkında değiliz!
Bizi anlatmayan bir tiyatronun farkına varmak zorunda da değiliz elbette.
Ulusal tiyatrosunu bir türlü oluşturamamış bir milletin, tiyatrosuna sahip çıkmamasına hayret eden aydınlarımız var.
Aydınlar, halkı küçümsemek için, onların tiyatrolarına sahip çıkmadıklarını anlatıp duruyorlar.
Bu onların işlerine bile geliyor.
Bir çözüm bulmak yerine, uzaktan seyredip eleştirmeyi yeğliyorlar.
Bu, hem daha kolay, hem de kendilerini ifade edebilmenin olanaklarını artıran bir durum.
Halk, tiyatroya sahip çıksa, onlar ne yapacaklarını şaşırabilirler.
Geniş kitlelerle aynı ortak zevkleri paylaşmanın zevksizliğiyle, acılar içinde kıvranabilirler örneğin.
Ulusal tiyatrosuna sahip olamamış bir ülkenin aydınları olmaktan utanç duymuyorlar, çünkü bunu yaratmak zor iş.
Onlar daha çok tiyatronun anlaşılmazlığı üzerine konuşmayı tercih ediyorlar.
Sanat dünyasının içerisinde varolabilmenin zorlukları dünyada belli kriterlerle açıklanırken biz de başka kriterler bu durumu belirliyor.
Bu ülkenin yeni oyun yazarları ortaya çıkaramamak gibi bir sorunu olduğundan bahsediliyor.
Yerinde bir tespit!
Ancak bunun nedenleri üzerinde kimse açıkça konuşmak istemiyor.
Kimse az sayıda tiyatroda oynanacak oyunları, bilinen birkaç isim dışındakilerin oyunlarından seçmek istemiyor.
Bunu dostluklarına ihanet olarak görüyor olabilirler.
Bir ilkçağ zihniyeti ile karşı karşıya olduğumuz muhakkak.
Ölçüler estetikten yana değil.
Problem, bizimkiler ve tanımadıklarımız olarak çözümlenmeye çalışılıyor.
Sonra da, tiyatro neden günümüz ilgi alanlarının dışına kaydı sorusunu, hayretler içerisinde kalarak, üzüntüyle çözmeye çalışıyorlar.
Herkes her şeyin farkında aslında, bu çember, içerisine ancak bu kadar insanı dahil edebiliyor.  
Tiyatro, içindeki ateşi geniş halk kitleleriyle paylaşamıyor.
Çember insanların o sıcaklığı hissedebilecekleri kadar yaklaşmalarına izin vermiyor.
Başka dertleri olan bir tiyatroya, neden bu dertlerle ilgisi olmayanların sahip çıkmadıklarını merak etmek, ya saflıktan ya da kurnazlıktan kaynaklanabilir.
Şimdi bu, bedeniyle tiyatronun üstünü kapatan kesimin kendilerini haklı çıkartmak için sıraladıkları sebeplere bakmak gerekir.
Onlar televizyon tehlikesinden bahsediyorlar.
Bir şekilde haklılar; Tiyatro televizyonla başa çıkamıyor.
Çünkü güçsüz bırakılmış.
Popüler ve ucuz olan daha kolay alıcı bulabiliyor.
Çünkü tiyatronun seyircisine sunacağı ruh zenginliğine izin verilmiyor.
Arz edilmeyen bir şeyin neden talep görmediği üzerine tiyatronun sahipleri tartışadursunlar, popüler ve ucuz olan, bomboş bir alanda, istediği gibi tek başına hüküm sürebiliyor.
Tiyatro salonları yetersiz.
Sahneler nitelikli işleri kabul etmiyor.
Ulusal tiyatromuzu oluşturamadığımız için evrensel tiyatro sanatına doğal olarak bir katkıda bulunamıyoruz.
Bunun dışında bırakabileceğimiz elbette iyi örnekler var. Ancak bunlar bir elin parmaklarını geçemiyor.
İyi oyuncular yetiştiremiyoruz. Çünkü onların da kendilerini ifade edebilecekleri alanlar yok denebilecek kadar az.
Bizim kıymeti kendinden menkul aydınlarımız, onları da bir türlü beğenmiyorlar.
Hep kendi yumurtalarından çıkacak büyük değerler aradıklarından, başka değerlerin varlıklarını bile görmekten uzaklar.
Gözlerini sıkıca yumarak sahneye doğru bakıyorlar. Gelen sesleri bu bizim tanıdığımız sesler değil diyerek görmezden geliyorlar.
Gözlerini, kendilerinin hakimiyetinde olmayan sanatsal çabalara kapatmışlar.
Sonra da sahnede soyunup dökünen mankenlere karşı bir savaş açıyorlar.
Bir istisnayla, bu mankencikleri kendi çemberleri içerisinden insanlar sahneye taşımıyorlarsa eğer!
Bu istisnaya daha makul bakıyor bizim aydınlar, “Bu halka başka türlü ulaşmak mümkün değil” diyorlar.
Yeni yazarlar, onların gözünde çok toy kalıyorlar.
Otursunlar evlerinde kendilerini yetiştirsinler demekten başka bir yardımda bulunmayı kendi sınıflarına uygun bulmuyorlar.
Kendilerinin usta kabul ettiklerine saygısızlık olarak görüyorlar yeni yazarların oyunlarını sahneye taşıma çabalarını.
Küstahlık kabul ediyorlar, kendilerinin eteklerine sürünmeden kendilerini varetmek isteyenlerin çabalarını.
Kendilerinin saydıkları bahçede, kendi tohumları dışında atılmış hiçbir çiçeğin varlığını kabul edemiyorlar.
Bu hastalık Türk Tiyatrosunun nefesini kesiyor.
Yeni yazarlara yol açmıyor, yeni oyuncuları sahnede kabul etmiyor.
Cumhuriyetten bu yana gidilen yolda, evrensel tiyatro çabasıyla bir türlü karşılaşamamamızın sebebi aslında biliniyor.
Demokrasi sınavında neden bir türlü başarılı olamıyorsak, aynı sebeple ulusal tiyatromuzu oluşturamıyoruz.
Birey olabilmenin gereklerini neden yerine getiremiyorsak, aynı sebeplerle yeni oyun yazarları- oyuncuları da yetiştiremiyoruz.
 Bir fanusun içerisine kendisini kapatan tiyatroyla, fanusun dışında neden varolamadığımızı tartışıp duruyoruz.
Yeni oyun yazarları çıkmıyor…
Yeni seyirciler varedemiyoruz…
Geniş halk kitleleri gitgide sanattan uzaklaşıyor…
Estetikten anlamayan kesim giderek güçleniyor…
Bunların hepsi doğru!
Ancak bunların yaratılmasına katkı sağlayan aydınlarımız oluşan durumdan şikayet ediyorlar.
Çemberin dışına çıkmayı reddedenler, çemberden şikayetçiymiş gibi görünüyorlar.
Devlet tiyatroyu değil bu çemberi ve içerisindekileri destekliyor.
Bir şekilde çemberden içeri sızanlara karşı inanılmaz bir savaş açıyor bizimkiler.
Bunu küstahça bir hak arayışı olarak kabul ediyorlar.
Devletin tiyatroyu desteklemesini değil, sadece çemberin içindekileri korumasını kabul edilebilir buluyorlar.
Çember yoksa, sanat yok onlar için.
O halde desteklenmesi gereken başka bir şey de kalmıyor.
Kendi yumurtalarından çıkacak yeni yetenekleri beklemek zorundayız onlara göre.
Bu olmazsa yeni olan hiçbir şey, iyi olamayacakmış gibi geliyor onlara.
Tiyatro, giderek halkın anlayabileceği bir sanat olmaktan uzaklaşıyor.
Bunu bizim aydınlarımızın çizdiği yol sağlıyor.
Sonrada neden tiyatronun güçsüzleştiğini tartışıp duruyorlar.
Kendi çemberlerinin çerçevesinin, büyük tiyatroyu içerisine alamayacak kadar küçük olduğunu bir türlü kabul edemiyorlar.
Bu nedenle yeryüzündeki tiyatro çabasında adımız geçmiyor.
Bizim, ortak dünya mirasına verebileceğimiz iyi şeylerimiz ortaya çıkmıyor.
Bizim aydınlarımız aslında bundan rahatsız değiller.
Onlar sadece kendi küçük dünyalarında daha fazla itibar görmek istiyorlar o kadar.
Anlamadıkları ölüp gittiklerinde kimsenin kendilerini hatırlamayacağı gerçeği.
Anlamadıkları evrensel tiyatro çabasının kendilerine sadece gülüp geçtiği gerçeği.
 Anlamadıkları; ışıkların, tiyatronun efendilerini lanetlediği gerçeği!
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.