GENÇ YAZAR BURAK TAŞ, DOĞUTÜRK'TE

Kurulduğu günden beri objektif yayıncılık anlayışıyla internet gazeteciliğine yeni bir soluk getiren DOĞUTÜRK, birbirinden değerli ve genç kalemleri de kadrosuna katmayı sürdürüyor. Bugüne kadar çeşitli dergi ve internet sitelerinde yazıları yayınlanan genç yazar BURAK TAŞ, DOĞUTÜRK ailesine katıldı. “Kış Uykusunda Bir Melek” Nilgün Marmara, başlıklı yazısıyla DOĞUTÜRK okurlarına merhaba diyen Taş, bundan böyle haftalık yazılarıyla DOĞUTÜRK'te olacak...

20 Şubat 2011 Pazar 11:38
GENÇ YAZAR BURAK TAŞ, DOĞUTÜRK'TE
Sana, senden yıllar sonra seslenmek, kendi iç dünyamı anlamak için seni anlamaya çalışmak ne kadar zor ve meşakkatli olsa da, aynı oranda heyecanlı ve güzel… Kendi içine kapanıp oluşturduğun anlam dünyanı, yine kendi içinde yeniden anlamlandırıp bizlere sunmak dindirmedi öfkeni, göğsüne zamansız gelip üşüşen benlik kaygının ateşi tutuştu yaşadıkça, kanatlanarak atladın ölümün kucağına… Öyle ya; göğe atlayarak intihar eden kaç kişi vardı ki dünyada? “ Nereye gönderileceği bilinmeyen bir referans mektubu “ ile dünyaya gelip, “ üzgün adım, ileri marş “ yaparak yürüdün yıllarca… Bu dünyanın “ erken vazgeçişlerine “ “ erken tükenişlerle “ cevap verdin. “ Yalnızlık “ adlı şiirinde belirttiğin o derin tek başınalığı, “ hayatın neresinden dönersen kârdır “ derken ki mağrur cesaretini “ bütün arka bahçelerini gördüğün “ bir dünyanın içinde daha fazla ne kadar dayanabileceğinin yollarını arıyor, bulamadıkça da bu “ bekleme salonu” nda “ canının sıkıntı sınırı “ nı aşma denemeleri yapıyor, çırpındıkça batanlara inat, her gün biraz daha şiirleşiyor, büyüyordun.
Öyle ya şiirlerini bile “ kuğuların ölüm öncesi ezgileri “ diye tanımlamıştın. Belki de ardında bıraktığın mektuba yazdığın “ kuşlara iyi bakın “ arzusu, bu ezgileri yüreğinden yüreğimize taşıyan bir elçi görevini üstleniyordu. O ezgiler şimdilerde bir çok kişinin yüreğinde farklı kıvılcımlara neden oluyor, kimi bedenleri yakıp küle çevirirken, kimi bedenlerde tarifi olmayan bir yürüyüşün ilk adımlarını atıyor, senin de 13 Şubat 1958 de doğduğun andan itibaren yürümeye başladığın o meşhur “ ölüm yürüyüşü “ seni tanıyan ve bilenlerin, o andan itibaren her an tekrarladığı bir şarkı gibi söyleniyor istekle…
 
Kadıköy Maarif Koleji’nin sırasında, dirsekleri masaya dayalı bir şekilde avuçlarını yanaklarına yapıştırıp oturan ve etrafını tedirgin ve hüzünbaz bakışlarla süzerken, aslında “ kırmızı kahverengi defter” inin sayfalarını da yaşayarak çevirmiş oluyordun. “ Kendine bir yer” arıyordun, tamamlanacak, bütünleşecek, kendini bulacak bir yer…Ama “ gelip kendine yerleşemiyordun “ bir türlü…O çoğul yalnızlık, İngiliz Dili ve Edebiyatı okuduğun dönemde de peşini bırakmadı.Silvia Plath üzerinde yaptığın araştırmada, adeta kendini bulduğun bu yazardan öyle etkilenecektin ki; hayata bile onun gibi veda edecek, beşinci kattan atlarken bağırmayacaktın bile…
 
Geriye “ Daktiloya Çekilmiş Şiirler” ve “ Kırmızı Kahverengi Defter” ini bırakacak, “ kuşlara iyi bakmamızı “ öğütleyecek ve bir çok şiirseverin içinde gizli bir sevgili olarak kalıp, çekip gidecektin bu dünyadan…
 
Aslında hep 29 yaşında kaldın, hep çocuk kaldın, hep hüznünle kaldın.Çünkü bu dünyanın arka bahçelerinde, nasıl oyunlar oynandığını, korkutan bir hüznün uyuduğunu,şaşırtan bir varoluş gerçekliğinin saklandığını ve zaman zaman hepsinin hortlayıp, insanın iç benliğine hücum ettiğini fark edenlerdendin.
 
“ Uyanıyorum küstah sözcüklerle/ Ey iki adımlık yer küre/ Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben/ “ demezden önce bile, hayatı çözümleyip ardına imzasını atabilecek kadar olgundun aslında, onca genç yaşına ve bir kuş ürkekliğine sahip olmana rağmen…Belki de arka bahçelerde gördüğün bu acımasız gerçekler, “ hayatın neresinden dönülürse kârdır “ anlayışıyla bütünleştiriyordu seni. “ Ertelediğin her acı çıt çıkardıkça “ içinde bir şeyler daha kırılıyor ve bu senin ölüm yürüyüşünü hızlandırıyordu.
 
“ Bir gün dayanamayacak küçük kalbim ” diyordun, “ arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye, veda edeceğim “ Ve 13 Ekim 1987 de “ bekleme salonu “ terk ettin, arkanda bir çok bekleyen bırakarak…Belki de o bahsettiğin “ belleksiz sevgili “ ye gittin, tüm belleklere masum bir tınıyla dokunarak…Bizlere “kuğuların ölüm öncesi ezgileri “ şiirlerini emanet edip göğe doğru atlarken, aslında bir “ pencere tutsağı “ nın hayatının suya düştüğünü de kanıtlamış oluyordun. Öyle demiştin bir şiirinde;
 
“ Ilık bir süzülüşle
geri dön hayat
bırakma yeryüzü salına
tünemiş pek kara kuşlar
örtsün bakışımı
görmek acısı sürsün
pencere tutsağının
düşsün hayatı suya “
 
 
Ne güzel bir şairdin sen Nilgün Marmara…Sevenlerinin “ Zelda “ sı… Şiirin sevgilisiydin sen..” Canının sıkıntı sınırı “ zorladıkça körpe bedenini, “ kendine bir yer “ bulamamanın verdiği arayışla çok erken olgunlaştın, büyüdün, kök saldın yüreklere… “ Kum bekçisi “ bir “ Zelda “ ydın..Sevildin, çok sevildin ama sevemedin bir türlü bu dünyayı…Yiten bir şeyler görmüştün belki de..Bir şeyler ellerinden kayıp gitmişti çok önce…Her şey için artık çok geçti…Bunu anladığında ise, “ bekleme salonu” nda oflamaların başlamış, “ canının sıkıntı sınırı” na ulaştığında ise yapacak pek bir şey kalmamıştı.             “ Kırmızı Kahverengi Defter “ in son yaprağını sessizce çevirerek kanatlanıverdin hızla…
 
“Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi.. Yiten bu işte! “
 
Ruhun şad olsun Zelda….
 
Not: Tırnak içindeki ifadeler Nilgün Marmara’nın geride bıraktığı “ Daktiloya Çekilmiş Şiirler “ adlı şiir kitabı ile “ Kırmızı Kahverengi Defter “ adlı günlüklerinde geçen kelimelerdir. Keza yazının başlığı da yine merhum şairin kendi ifadesidir.

Editör

Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.