Dil ve çeşitleri - VI : Yazı dili

Dili temelde iki şebekeye ayırmıştık, konuşma ve yazı dili diye. Diğerlerini ise bu ikilinin türevleri veya alt birimleri olarak, ‘dil şebekeleri / dilsel etkinlik biçimleri / dil pratikleri’ gibi alanlar içinde adlandırmıştık.

14 Haziran 2013 Cuma 10:22
 Dil ve çeşitleri - VI : Yazı dili
              Dil doğası gereği konuşmaya dayanan bir olgu olmakla birlikte, yazı gibi göstergeler dizgesiyle de insan ile bağıntısını boyutlandırmıştır. Gerçekten de dilsel aktarım ses ve işitim duyularıyla açığa çıkarken, yazı, dile göz duyusunu da ortak kılmış, böylece insanın dille üç boyutlu organik bağıllığı ortaya çıkmıştır. Ne var ki, Saussure’ün de dediği gibi dil ile yazı birbirinden ayrı iki göstergeler dizgesi ve yazının biricik varlık nedeni dili göstermesidir.
Bu bakış açısıyla yazının dili yansıtmaya yarayan bir araç olduğunu söylemek, dilsel aktarımda bulunan insan sesinin de aynı görevi üstlendiğini söylemekle eşdeğerdir. Birinde sesli gösterge, diğerinde resimsel göstergedir dili yansıtan.
Dili görselleştiren yazı dili, her türlü dilsel ayrışımı birleştirip bütünleştiren ve dili kalıcı kılan iki önemli özelliğiyle birlikte,  kendine göre kuralları olan dilsel bir uzamdır. O dili mekana bağımlı kılmasıyla konuşma dilinden apayrı bir özellik gösterir. Walter J.Ong, “kelimelerin temeli sözlü iletişimde bulunur, buna karşılık yazı, tüm şiddetiyle kelimeleri görsel boyuta hapseder” derken, dilin yazı aracılığıyla uzama sahip olduğunun altını çizmektedir. Dil, kazandığı bu özellikle gücünü tahmin edilenin ötesine taşıyıp, insan düşüncesinin yapısını değiştirmiş, hatta James Henry Breasted’ın ifadesiyle “yazının icadı insan soyunun yücelmesinde tüm öteki entelektüel kazanımlardan çok daha etkili olmuştur”. Buna karşın, yazı dili tarihsel olarak konuşma diliyle kıyaslanamayacak kadar yenidir. Merritt Ruhlen konu ile ilgili olarak “yazı dili, sadece 5.000 yıllık bir geçmişe sahiptir, konuşma dilinin geçmişteki izlerini ise takip edemeyiz” açıklamasında bulunurken, Doğan Aksan da şu benzer değiniyi dile getirir: “Konumuzun kesinlikle açıklığa kavuşmasını güçleştiren, hatta bunu zaman zaman olanak dışı bir duruma getiren gerçeklerden biri, yazının ve elimizdeki en eski yazılı belgelerin, çok yeni bir evreye ait olması, insanlık tarihinin ancak çok yakın bir evresini aydınlatabilecek durumda bulunmasıdır. Örneğin en eski belgeler sayılan, Sümercenin yazılı metinleri, bundan ancak 5500 yıl öncesine kadar uzanmakta…”.
 
 
Konuşulan her dilde olmayan, hatta bir dilin gelişkenliğinin ölçüsü olarak kabul edilen yazı dili, kayıtlı, kurallı, ölçülü, dilsel topluluktaki lehçeler arasında ortak dili kullanan, konuşma dilindeki kaygan yapılılığın aksine kolay kolay değişmeyen, yalnız bugün işler olan sözcük hazinesiyle yetinmeyip, konuşulmayan eski sözcükleri de dağarcığında barındırabilen, bununla hem sözcüklerin kaybolan anlamlarını, hem de konuşma dilindeki fakirliğe karşın dilin zenginliğini saklayabilen bir yapıya sahiptir. İnsanlığın belleği olarak da görebileceğimiz yazının, ayrıca düşünceyi saptama, yayma, zenginleştirip boyutlandırma ve aktarıma da katkısı büyüktür.
Ancak yazı dilinin eksik veya eleştirilmeyen yönleri de yok değildir. Örneğin Platon’un yazıya ilişkin eleştirel yaklaşımı oldukça dikkat çekicidir. Ong şunları aktarır:“Bugün bilgisayara getirilen eleştirinin aslında Platon’un Phaedrus (274-7) ve Yedinci Mektup yapıtlarında yazıya getirdiği eleştiriyle aynı olduğunu öğrenenler şaşırıyor, hatta rahatsız oluyorlar. Phaedrus’ta Platon Sokrates’in ağzından yazının insani olmadığını; gerçekte sadece insanın zihninde var olan düşünceyi zihnin dışında kurmaya kalkıştığını söyler; yazı bir nesne, imal edilmiş bir üründür. (…)  (Platon’un iddiası)… yazılı kelimenin konuşma sözü gibi kendini savunamaması, doğal konuşma ve düşünmede olduğu gibi gerçek insanlar arasında bir söz alışverişi yaratamamasıdır. Yazı, edilgendir ve kendi gerçekdışı, yapay dünyasına kapalıdır”.
 
Yazının doğasına yapılan bu yapaylık yakıştırmasının yanında, konuşma dilindeki ezgi, vurgu, sıklık ve hız özelliklerini yansıtamadığından bu birimlerin yaptığı göndermelerin okuyucu tarafından izlenememesi ve iletişimin, amacına ulaşma yolunda bütünlüğünden çok şey yitirdiğine dönük eleştirel saptamalar da vardır.
 Goethe’nin eleştirisi ise daha keskindir: “Yazı, dilin yozlaşmış bir biçimi, kendi kendine, sadece gözle okuma ise konuşmanın acı acı homurtusudur”. 

Editör

Son Güncelleme: 14.06.2013 10:23
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.