Cahil kabuk bilir, özden ne anlar?

“Şehrin cumhuriyet döneminin izlerini, ait olduğu dönemin kültürünü, yaşam tarzını yansıtması nedeniyle önemli bir tarihi belge olan ve devlet tarafından son 10 yılda iki defa ‘korunması gerekli kültür varlığı’ olarak tescillenen Halk Eğitim Merkezi binası neden yıkıldı?” diye sorduk bir önceki yazımızda… Yazının başlığı “Yıkılan Sadece Bina mı?” idi. O yazının başlığı olayları, kişileri değil düşünceyi, kültür varlığını yıkan zihniyeti sorguladığımızın nişanesiydi.

16 Haziran 2012 Cumartesi 12:20
Cahil kabuk bilir, özden ne anlar?
Yazımızda “cumhuriyet” kelimesi geçtiği için yazıyı siyasi bulan angaje insanlar oldu.
Halen “cumhuriyet”ten huylanan, “cumhuriyet” kelimesine alerjisi olan, aklını ucuz ideolojilere kiraya vermiş beleş beyinliler var.
“Cumhuriyet” kelimesinden bir parti ismi dışında mana çıkaramayan cahil!
Suç sende değil; senin cahil olarak kalmandan nemalanan, seni sömürebilmek için senin cahilliğini kutsayarak, seni soktuğu kalıpla beraber cebinde taşıyan zübüklerde…
 
Şehrin hafızası ve hatırası olan bina yıkılmamalıdır, düşüncemizden mekânları kutsanması anlamını çıkaran ham ve kaba softalar oldu.
Birleşmiş Milletler (UNESCO) ve devletler; kültür varlıklarını insanlığın ve mensup olduğu milletin kültür mirası olarak adlandırmakta, insanlık ve milletler tarihi açısından korumayı amaçlamaktadır.
Ufku dar, dünyası dar, bilgisiz insan…
Sağdan soldan duyduklarının borazanlığını yapan gafil…
Bre cahil, bunun inançla, kutsamayla ne alâkası var?
Kültür varlığını korumak, mekânı kutsamaksa yık asırlarca koruduğun süslü mezarları, kümbetleri, çeşmeleri, üstelik hiçbir mimari ve sanatsal özelliği olmayan mescitleri, diğerlerini, taş ambarları, eski konakları, eski hükümet binalarını…
Yıkabilir misin?
Hayır.
Yıkılmalı mıdır?
Asla, kat’a, zinhar; bilakis korunmalıdır.
Meselâ Çifte Minareli Medrese’yi restore ettiğimizde onu kutsamış mı oluyoruz?
Onlar bir ailenin tarihi gibi, şeceresi gibi; bu toprakların ve bu topraklarda yaşayan milletlerin tarihidir, hikâyesidir.
 
Kaldı ki ülkemizde 2863 nolu kanun “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu”dur.
Bu kanunun 6.maddesinde korunması gereken kültür ve tabiat varlıklarından bahsederken 19. yüzyılın sonuna kadar yapılmış taşınmazlar ve belirlenen tarihten sonra yapılmış olup önem ve özellikleri bakımından Kültür ve Turizm Bakanlığınca korunmalarında gerek görülen taşınmazlardan bahsediyor.
 
Alın size film, yıkılan kültür binasında oynanan son komedya…
Önce 2005’te Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından tescillenerek kültür varlığı ilân edilen binanın tescili 3 sene sonra bozuluyor. Halk Eğitim Merkezi binası, 2010’da bir daha tescilleniyor ve 2012’de tescili kaldırılan bina 19 Mayıs’ta yıkılıyor.
Bu süreç normal mi? Birbirine yakın zamanda alınan kararlarda apaçık bir çelişki yok mu?
Kurul kararlarından şüphe etmeyelim mi?
Her alınan karara biat edelim mi?
Binayı bir kenara bırakın lütfen…
Bir şehrin gazetecisinin, köşe yazarının, STK’lerinin, bilim ve kültür insanlarının bu komik durumu sorgulaması gerekmez mi? Ülkemizde aynı kurulun bir yapıya kısa bir zaman diliminde iki defa “kültür varlığı” kararını verip daha sonra bu kararından vazgeçmesi rahatsız edici bir tavır değil midir?
Ya alelacele yıkılan bina ve arazisi üzerinde bir oyun var, ya kurul üyeleri arasında bir tutarsızlık var? Nereden bakılırsa bakılsın; sorgulanması gereken, kamuoyuna ciddi ve tatmin edici açıklamalar yapılması gereken garip bir durum…
 
Efendim haklıymışız itirazımızda; amma bina zaten çürükmüş de yıkılması kaçınılmazmış.
Bir de böyle tepkiler var.
O halde 1960’lara kadar bacası, kubbeleri, duvarlarının yarısı olmayıp toprak yığınından başka bir şey olmayan Rüstempaşa Bedesteni (Taşhan) hafriyat olarak kaldırılıp orası meydan mı olaydı? Yeniden inşa edildi, restore edildi. Bugün şehrin övündüğümüz bir kültür değeri oldu. Yıkılma tehlikesini bırakın, bizzat yıkılan ve yok olan birçok tarihi yapı yeniden inşa edildi o tarihlerde. Bugün batı duvarından aldığı su ve nem ile temelleri çürümüş Çifte Minareli Medrese’yi yıkılmaya terk edelim mi? Ya da “Zaten çürümüş ve zamanında çok tahrip edilmiş, o nedenle burasını çay bahçesi yaptık!” mı diyelim?
Eski hükümet binası restore edildi ya, kötü mü oldu?
Bırakın tutarsız, dayanaksız düşünceleri Allah aşkına! Bırakın kahve muhabbetlerini artık.
Nerede analitik düşünce, nerede sağduyu?
 
Bazı akl-ı evveller de yazımızı “gereksiz, boş gündem oluşturma” olarak görmüş.
İşte bu yorum Erzurum’un insan kaynağını yetiştirememesinin, zihinsel dönüşümünü gerçekleştirememesinin tastamam resmidir.
Şehrin göbeğinde iki defa tescil edilmiş tarihi yapı yıkılsın ve şehir hiçbir şekilde bunu konuşmasın.
Gazeteler yazmasın, olumlu veya olumsuz tepki olmasın.
Şehri tek gündemli, meselesiz olmaya lâyık görenler meselesiz insanlardır.
Fikir sancısı çekme gaileleri yoktur onların.
Şehrin kalemleri, aydınları, entelektüelleri STK’leri birbirinden farklı konuları kendi cephelerinden kamuoyu adına fark ederler, gündeme taşırlar, kamuoyunun sağduyusu, gören gözü, haykıran sesi olurlar.
Kamuoyu itibar eder ya da etmez. Ancak her düşüncenin ve fark edişin az ya da çok toplumu temsil edici, toplum üzerinde yönlendirici ve aydınlatıcı bir tarafı vardır. Her yazar öncelikli meselesini yazar veya meselenin bir yönüne yazısında yer verir. 
Ve bir tarih, kültür, spor ve turizm şehrinin “tek gündemi” olamaz.
Basında yer alan her haber ve yazı o şehirden akseden başka renkte ve tonda bir gündemdir.
Kafası dolu olan zat-ı muhteremler, kafalarının almadığı, kafalarına sığmayan konuları “boş gündem” olarak addedebilirler.
Her bir yazıda aynı anda şehrin tüm meselesini, zihnindeki dünyasını, problemlerini görmek isteyen zat-ı muhteremlere kenarları sırmalı dev aynasına gülümsemelerini salık veririm.
 
Netice itibariyle;
Bir eserin tarihi eser olması için ille de sanat kaygısıyla yapılmış olması gerekmez.
Tarihi yapılar geçmiş devirler ve geçmişte yaşamış insanlar hakkında eşsiz bilgi sunarlar. Tarihi eser, bilginin kendisidir. Bilgi korunur.
Milletlerin olduğu gibi şehirlerin de kendilerine özgü kültürleri vardır.
Buna da şehrin millî kültürü diyebilirsiniz.
Bir şehre (millete) kimlik kazandıran, o şehre ait maddî ve manevî değerlerin uyumlu bütününe kültür diyoruz.
 
Pekâlâ, şehrin hafızası, hatırası ve kültür değeri olduğu halde yok edilen Halk Eğitim Merkezi binasını sadece bir şekil, ruhsuz bir yapı olarak kabul edip kenara koysak dahi; bu bina tepkisini kaybetmiş, sinirleri alınmış bir şehirde işlerin nasıl yapıldığını sorgulamamızı gerektiren çok önemli bir “obje”, muhteşem bir “sebep” değil midir?
 
Yıkım nedeni kamu yararı mı?
Elbette tartışılmalıdır, farklı düşüncelerin bu minval üzere ortaya atılması makuldür.
 
Efendim elmalarla armutları karıştırmayınız…
Halk Eğitim Merkezi binasını bir kültür varlığı olarak kabul edip yıkılmasına karşı çıkmak başka, Havuzbaşı’nda kolorduya bağlı binaların sivilleşmesini tartışmak başka konular.
Binanın yıkılmasına, yıkılma biçimine, tescil komedyasına karşı çıkmak başka; kent meydanı yapılmasını tartışmak başka başka konular…
 
Üstâd Necip Fazıl’ı, her geçen gün daha iyi anlıyoruz:
 
Lafımın dostusunuz, çilemin yabancısı
Yok mudur, sizin köyde çeken fikir sancısı?

Editör

Son Güncelleme: 16.06.2012 12:29
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.