Birinci dünya Savaşı bitmiş, ordular terhis edilmiş, Mondros Mütarekesi maddelerinden 1, 7 ve 24. maddeleri gereği geri kalan Osmanlı toprakları işgal edilmiş, Türk Milleti tarih sahnesinden silinmek istenmiştir....!

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının Samsun'a çıkışlarıyla birlikte çoktan Erzurum ve çevresinde başlamış olan "Kuvay-ı Milliye Hareketi" artık 23 Temmuz 1919 yılı itibarıyla resmi temsilciliğine kavuşmuş, 23 Nisan 1920 yılında Ankara'da "Türkiye Büyük Millet Meclisi" açılışıyla birlikte ete, kemiğe bürünmüştü.

Zor bir mücadele yeni başlıyordu. Yunan İzmir'e, İtalyanlar Antalya'ya, İngiliz ve Fransızlar Boğazlar, Adana, Urfa, Antep ve Maraş'a yerleşirken, Büyük Ermenistan hayali kuran Ermeniler Doğuanadolu ve Kilikya bölgesinde katliamlara devam ediyorlardı.

Yurtta bunlar olurken, Türk Milleti yeni bir ordu kurmaya ve Anadolu'yu düşmandan temizlemeye hazırlanıyordu. Erzurum'a bağlı Tazegül köyünden İmamgilin Yusuf Çavuş, Layliklerin Mustafa ayaklarına çarık giyip çantalarına koydukları azıklarla Ankara'da orduya katılmak üzere dualarla askere uğurlandılar.

Yol uzun, azıklar yetersizdi. Yollar ıssız, yer yer toprak ve çamurdan geçilmeyen engellerle doluydu. Aşkale-Tercan arasında Altın Diş Osman, Tercan Erzincan arasında Kosunoğlu adlı eşkıyalar kontrol ediyor, yol kesip, haraç topluyordu.

Çevre köylerden gelen asker adayları Aşkale'ye ulaşmış, gece dinlendikten sonra Tercan'a doğru yol almaya başlamışlardı. Dağlar, taşlar aşılmış, iki gün sonra Tercan varılmıştı. Yanmış, yıkılmış olan bu bayındır Selçuklu kasabası misafirlerini ağırlamış, sonrasında Erzincan'a doğru gidilmiş, yağmur, çamur demeden Erzincan varılmıştı.....! Ortalama günde 40 kilometre yürünmüştü....!

Sonra Erzincan-Refahiye yolları aşılmış, geçit vermez, kervan geçmez Kızıldağa ulaşılmıştı. Kızıldağ'ın başı dumanlıydı. Öfkeliydi. Yol vermiyordu. Lakin vatan tehlikedeydi. Asker gurupları bu engelleri aşıp Hafik'e, Zara'ya oradan Sivas'a varıyordu.

Aç, susuz gidilen yollarda bir tarafta kurt ulumaları, diğer tarafta eşkıya tehditleri sürüyordu. Yusuf, Mustafa ve Zakir dedeler tüm olumsuz şartlara rağmen vatanlarını kurtarmak için yeminliydiler. İstirahat yerlerinde Erzurum Türkülerini yürekten gelen duygularla söylerken diğer asker adayları türkülere eşlik ederdi.

Sivas, Akdağmadeni, Sorgun derken Yozgat'a varılmış, şartlar asker adaylarını bitkin, yorgun ve perişan hale getirmişti. Olsun Yusuf Dede ve arkadaşları yürümeye devam etmiş, Yerköy'e oradan küçük bir Anadolu nahiyesi olan Kırıkkale'ye varmıştı.

Yol yürümekle bitecekti. Öylede yaptılar. Elmadağ derken Ankara ovasına ulaştılar. Aylardır yürüyen guruplar perişandı. Uykusuzdu. Elbiseleri yırtılmış, çarıkları delinmişti. Hastalıklar kol geziyor, Azrail dermansız olanların derdine derman oluyordu. Ölüm artık normal vakalardandı...!

Gelen guruplar Ankara'da derhal acemi birliklerine dağıtılmış, eğitim almaya başlamışlardı. Cepheden zaman zaman zafer sesleri yükselirken Birinci ve İkinci İnönü savaşları olmuş, düşman silah, teçhizat ve sayıca üstün olduğu için Türk ordusunu zorlamış, askerler Sakarya boylarına çekilmişti.

Sakarya Savaşı 22 gün 22 gece sürmüş, düşman durdurulmuş, Erzurum'dan yola çıkan Yusuf dedelerinde acemilik dönemleri bitmişti. Cepheye gidecekleri günleri saymaya başlamışlardı. Asker her yerde savaşa hazırlanmış, yetişen birlikler cephe hattına gönderilmiş, her biri vatanı kurtaracak birer yiğide dönüşmüşlerdi.

Yusuf ve Mustafa dedeler Büyük Taarruzun başlamasıyla düşman üzerine saldırmış, Dumlupınar Meydan Muharebesinde üzerlerine düşen görevi bihakkın yerine getirmişlerdi. Burada silahlı atlı müfrezesiyle Trokopisin çadırına kadar sokulan Dadaş kızı Kara Fatma'yı anarken Başkomutan Gazi Mustafa Kemal "Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz'dir ileri " dediğinde iki Tazegüllü koşmaya başlamış, düşman tayyarelerine, havada uçuşan kurşunlara aldırmadan Afyona, Uşak'a ve İzmir'e doğru fırtına gibi ilerlemişlerdi..... 9 Eylülde İzmir'e giren ordu içerisinde yer almışlar, düşman denize dökülmüş, asker bayrağımızı göndere çekerken ülke sevince boğulmuştu.

Savaş sonrasında terhis olan Yusuf ve Mustafa dedeler köye geri dönmüş, yaşadıklarını köy odalarında ve ilkokulun düzenlediği 23 Nisan törenlerinde ağlayarak bizlere anlatmışlardı. Dillerinde ise "Allah bu millete bir daha savaş göstermesin" demişlerdi.

Sonuç olarak 1470 Kilometrelik yol yaya olarak gidilmiş, düşmanla savaşılmış, ülke düşmandan temizlenmişti. Bizlere canları, kanları ve hayatları pahasına vatanı kurtaran, emanet eden şehitlerimize, gazilerimize rahmet ve şükranlarımızı sunarken Allah'tan ordularımızı, karda, denizde, havada, her zaman ve her yerde mansur ve muzaffer etmesini dilerim.

Son söz olarak bugün yaya yürümekten aciz insanlar, uçaktan, Mersedes'lerden inmeyen, lüks ve şatafat içinde yaşayan insanlar Yusuf Dede ve silah arkadaşlarını eleştirmeleri en azından hata, kusur veya .....

Tarihi olaylar üzerinden ancak cahiller kavga eder.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.