İnsan, her zaman yaşamda olabilecek her şeye hazırlıklı olmalı! Başınıza gelen olumsuz olaylarda, "neden ben," sorusunu sorarsanız, yaşama bakışınızda bir eksiklik var demektir. Eğer, kağnı gölgesindeki bir it değilseniz, psikolojiniz bunu kaldırabilir.

Hastalık ve ölüm gibi gerçeklerde sığınabileceğiniz tek yer, sizi siz yapan duygu ve düşüncelerinizden başka neresi olabilir ki!

Bir yakınınızın hastalığı size acı çektirecek, ölümü de sizi ağlatacaktır elbet.

Kaçınılmaz olan gerçeklerden kaçmaya çalışmak, bence boş bir çaba olduğu kadar, kendinize de ihanet sayılır.

İnsan bazen öyle acılar yaşar ki; o acıyı paylaşmak acı çeken yerinizi dindirmeye yetmez. Olaylar, insanların gerçek kişiliğini ortaya çıkarıyor ise, işte sizin kişiliğinizi de ortaya çıkarmaktadır.

Başınıza gelen olumsuz şeylerde, bireysel direnişinizin yanı sıra iletişime girmek zorunda kaldığınız toplumun da etkisi vardır, diye düşünenlerdenim.

Diyelim ki Erzurum'da yaşıyorsunuz.

Diyelim ki bir hastanız var.

Diyelim ki o hastanızı hastaneye götürdünüz.

Diyelim ki hastanızı Bölge Hastanesi'ne ya da Üniversite Hastanesi'ne götürdünüz. Cebinizden fazla para çıkmaz; ama oradaki kargaşa, oradaki ilgisizlik, oradaki sıradanlık, oradaki yetersizlik size öyle bir girer ki kimyanız bozulur, sinir sisteminiz çöker.

Diyelim ki hastanızı bir de özel bir hastaneye götürdünüz.

Diyelim ki bu hastane de Buhara Hastanesi olsun.

Orada gördüğünüz ilgi, yerlerde sürünen moralinizi en az kalbinizin seviyesine çıkarmaz mı?

Uzmanlarından tutun, her hizmet görevlisi sanki mesleki diplomasının yanına bir de iletişim diploması asmış.

Bu da yetmez gibi, sanki hümanizmin kitabını yazmış.

Diyeceksiniz ki, " olacak o kadar,biri paralı, biri parasız!"

O zaman parasız olan yeri mi paralı olan yerin seviyesine indirmek gerekir. Yani, diğer hastanelere mi benzemeli. Yoksa parasız olan yeri mi paralı olan yerin seviyesine çıkarmak gerekir.

Sizce hangisi daha doğrudur?

Önemli olan maddi varlığı kısıtlı olan insanların da maddi varlığı yerinde olan insanlar gibi ilgi ve tedavi görmesi değil midir?

Diyeceksiniz ki;

Ey, bre cahil, yaşadığımız devirde ve düzende, parası olan askere bile gitmiyor, parası olmayan gidip vatanı savunuyor, sen neden bahsediyorsun?

Diyeceksiniz ki;

Ey, bre kör, sağır, dilsiz, kalemsiz ve kelamsız ve de kendini köşe yazarı sanan Ömer Nazmi, sen bilmez misin, vatanı için savaşmaktan tırsıp vatanından kaçan Suriyeli genç erkeklerin ülkemizde ne haltlar karıştırdığını ve yeri gelince bu vatanın evlatlarından daha üstün tutulduğunu?

Ömer Nazmi de der ki;

Ne kör, ne de sağırdır bu satırların yazarı; fikrini dillendirecek kelamı da bilir, kime selam verilmeyeceğini de, gelin görün ki bağırsa da, insanları insanlığa çağırsa da boşuna olduğunu bilir. Ve bilir ki "ateşin hükmü cürmü" kadardır!

Ve bilir ki; iş işten geçmiştir!

Ve bilir ki; bireyler başına gelen ya da gelecek olan olumsuz olayları kendi kişiliği ile omuzlamasını biliyor ise ağlasa da yaşama gülümsemeye devam eder; ama toplumların kişiliği bazı gerçeklerden kaçıyor ve olumsuzluklara alışıyor ise ağlamanın bir faydası yok!

İstediğimiz kadar ağlayalım.

Göz yaşlarının rengi yoktur, dersek anlayan kaç kişi çıkar ki!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.