Şehirlerin, kendilerine özgü fiziksel nitelikleri vardır. Bu nitelikler onları özelleştirir ve diğerlerinden ayırır. Böylece her şehir, bir veya birkaç özelliği ile anılır ve o nitelik şehrin mahiyetini belirler. Bazı şehirler coğrafi konumlarıyla, iklimleriyle, doğal güzellikleriyle, tanınır ve bilinirler. Erzurum da fiziksel olarak kışı ile tanınmaktadır. Belki karın daha çok yağdığı yerler, kışın daha sert geçtiği yerler bulunabilir; ama Erzurum deyince kış, kış deyince de Erzurum akla gelir. 
Doğduğum, büyüdüğüm, yaşadığım şehrim olan Erzurum’un da hem fiziksel, hem kültürel bakımdan öne çıkan birçok özelliği vardır. Coğrafi konumu itibariyle çok yüksek bir konumda olmasından dolayı kış mevsiminin aşırı soğuk geçmesiyle tanınan Erzurum’un, bu özelliğinin bir nimet olduğu da yaz aylarında anlaşılır. Yaz aylarında her yer sıcaktan kavrulurken Palandöken eteklerindeki Erzurum, efil efil eser. Yazın en sıcak günlerinde, dağdan çıkan buz gibi suyu insanın içini ferahlatır.
Yine şehirlerin, kültürel nitelikleri de farklıdır ve bazıları mutfaklarıyla, bazıları mimarileriyle öne çıkarlar. Bu nitelikleri artırmak mümkündür, ancak diyebiliriz ki şehirler, hangi özellikleriyle öne çıkarsa çıksın temelde kültüre sağladıkları katkılarıyla tanınırlar. 
Bu şehrin de kültürel bir boyutu var ki ondan söz edildiğinde ilk akla gelenlerden biridir Erzurum. Aslında dini bir ay olan Ramazan, idrak edilişi sırasında yapılan bazı uygulamalardan ötürü Erzurum’da aynı zamanda kültürel bir hal almakta ve sanki bu kutsal ay, sadece Erzurum’a özgü bir zaman dilimine dönüşmektedir.
Esasen Türk milletinin ramazan ayına yaklaşımı da Erzurum örneğinde olduğu gibi iki boyutludur. Biri orucun tanımına uygun olarak yapılan belli vakitler arasında konulmuş yasaklara harfiyen uymaktan ibaret olan ibadet boyutu, diğeri de bu dini ibadeti milli niteliklerimize özgü bazı adetler ve geleneklerle süslemektir ki bu da ramazanın kültürel boyutudur. İşte bu kültürel yön, yiyeceklerden içeceklere, mahyasından eğlencesine kadar bir ay boyunca çok özel zaman dilimleriyle diğer İslam ülkelerinden farklı olan ve Süheyl Ünver’in “Ramazan Medeniyeti” dediği, benim de “Türk Ramazan Kültürü” olarak isimlendirdiğim bir şehir kültürüdür. 
Müslüman milletler ve ülkelerde ramazan ayındaki uygulamalar birbirinden farklı olduğu gibi, ülkemizin her bölgesinde ve hatta her şehrinde farklı ramazan adet ve gelenekleri bulunmaktadır. İşte bu farklı ve özel ramazan adetlerini geleneğe dönüştürüp nesilden nesile aktaran müstesna şehirlerimizden biridir Erzurum. 
Erzurum, her şeyden önce evleriyle, sokaklarıyla, mahalleleriyle, caddeleriyle, çeşmeleriyle, lokantalarıyla, çarşılarıyla, camileriyle, maddi ve manevi tüm varlıklarıyla topyekun oruç tutan bir şehirdir. 
Evleri, neredeyse bir ay öncesinden temizliklerle; günler öncesinden yapılan keteler, çörekler, turşular, reçellerle ramazana hazırlanırken, ramazan başlar başlamaz iftar ve sahur hazırlıklarıyla, hanımların ramazan boyunca okuttukları hatimleri ve bu manevi ziyafeti dinlemeye gelen komşu hanımlarının okunan hatimleri dinlemeleriyle;
Sokakları ve mahalleleri, sürekli ramazan sohbetleri ve hanımların hatim dinlemek için birbirlerine gidişleriyle, çocuklara iftariye satanların ahenkli sesleriyle, iftar saatinin sokağın belli bir yerinde çocukların ve gençlerin toplanıp beklenmesiyle;
Caddeleri, ampullerle yazılarak elektrik direkleri arasına gerilen mahyavari “Hoş geldin ya şehr-i ramazan” tarzı yazılarla, yine elektrik direklerinin her zamankinden farklı figürlerle süslenip ışıklandırılmalarıyla, teravih sonrasında belediyelerce yapılan ramazan etkinlikleriyle;
Lokantaları, ramazanın başladığı günden itibaren kepenklerini indirip gün boyu kapalı tutularak hizmet vermemeleriyle, bakım ve onarımlarını bu ay boyunca yapmalarıyla ve yalnızca iftara ve sahura açılmalarıyla, bir ay boyunca ramazana özgü özel yemek listeleriyle;
Çeşmeleri, gün boyu sadece iftar için su testilerini doldurmaya gelenlerle dolup taşmasına rağmen küçük çocukların dışında hiç kimsenin su içmemesiyle;
Çarşıları, dükkanları, ramazan öncesinde yapılan temizliklerle, ramazan boyunca satacakları zeytin, pastırma, hurmalarıyla; fırınları iftar için hazırladıkları pideleriyle, kadayıfçıları yılın sadece bir ayında yapmak için kurdukları kadayıf sinileriyle;
Camileri, ramazandan bir gün önce başlayan ve sabah, öğlen, ikindi ve yatsı namazlarından önce ve sonra okunan hatimleriyle, vaazlarıyla oruç tutarlar. 
Erzurum’da ramazan, her konuda diğer günlerdekinden ve diğer şehirlerdekinden farklı ve mutantan (tantanalı, şaşaalı) olur. Zenginin sofrası bu ayda daha zenginleşirken, fakirin sofrası da her zamankinden daha mükellef hale gelir. Dar gelirli olanlar, ramazan boyunca rahat bir geçim sağlamak için tasarruf yapar ve adeta on bir ay biriktirdiklerini bir ayda tüketirler.
Ramazan, çocuklar bakımından çok daha değerli ve önemlidir. Doğduklarında kulaklarına okunan ezanın çağrısına kulak veren küçükler, ramazanda önce ilk ‘tekne’ ve tam gün oruçlarını, sonra da tutabildikleri kadar tutmanın mücadelesini verirler. Çocukların, sahura kalkmak için ne zorlu mücadeleler verdiklerini kendi çocukluk hafızamdan hatırlıyorum. Akşamdan annemle ve babamla pazarlığa girişir, yapmamı istediklerini yapacağıma söz verip sahura kaldırmalarını garanti altına alırdım. Tabii uykulu gözlerle iştahsız bir vaziyette hiçbir şey yiyemeyince hesaplar tersine döner ve “böyle yaptığın takdirde bir daha sana sahur yok!” tehditleriyle karşı karşıya kalırdım. Bu nedenle ertesi günü tekne orucu tutmaya mahkum olurdum. Sahura kalkıp da ertesi günü tam oruç tuttuğumda ise evin en önemli kişisi haline gelirdim ve istediğim her şey yerine getirilirdi.    
Çocukların orucu, en makbul oruç olarak düşünülür. Oruç tutan çocuğun, açlık ve susuzluğunu hatırlamaması için gün boyu rahat bir vakit geçirmesine gayret edilir. Caddelerde gezdirilir, hediyeler ve iftarlıklar alınır, iltifatlar edilir ve çocuğun oruca alışmasına gayret edilir. Böylece “ağaç yaşken eğilir” atasözüne de uygun hareket edilmiş olunur.
Ramazan, dostlukların pekiştirildiği, kırgınlıkların giderildiği özel ve uzun bir zaman dilimidir. Bu uzun sürede iftar davetleri yapılır ve muhabbet ortamları oluşturulur. İftar sonrasında bazen sahura kadar devam eden çaylı, şerbetli, meyveli sohbetler yapılır. Bu sohbetler, akraba meclislerinde yapılan belli bir konusu bulunmayan sohbetler olabildiği gibi, son zamanlarda bilgiye yönelik çeşitli mahfillerde yapılan sohbet toplantılarıyla ramazanın kültürel yapısına uygun hareket edildiği de görülmektedir.
Ramazanda yapılan şakalar, Erzurum’da ayrı bir yere sahiptir. Birbirine nazı geçenler, bazen keselerini incitecek türden olan şakalar bile yapmaktadırlar ama bu şakalar asla gönülleri incitecek biçimde olmaz. Eğer yapılan şaka muhatabın gönlünü incitti ise, şaka yapan tarafından şakaya maruz kalanın gönlü alınarak huzursuz olmaması sağlanır.
Erzurum’un ramazanla ilgili olarak daha nice anlatılacak yönü bulunmaktaysa da bu küçük yazının çerçevesine sığması imkansızdır. Bu bakımdan 2013 yılı ramazan ayında okuyucularla buluşmasını sağladığım “Erzurum’da Ramazan” kitabımı tavsiye etmekle yetineceğim. Arı Sanat yayınları arasında çıkan kitap, ülkemizde şehir ramazanlarını anlatan tek kitap olma özelliğindedir. Erzurum ramazanlarının bütün yönlerine temas ettiğim kitap, uzakta bulunan veya şehrimizde bulunan tüm Erzurumlulara unutulan ramazan adet ve geleneklerini hatırlatması, onları çocukluklarına ve gençliklerine götürmesi, yeni nesillere de Erzurum’un eski ramazanlarının nasıl olduğunu göstermesi bakımından önem arz etmektedir.    
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.