Erzurum, bağlık-bahçelik bir şehir değil belki ama bu, burada meyve sebze yetişmeyeceği anlamına gelmez. Zaten İspir, Tortum, Oltu gibi ilçelerimizde cevizden duta, erikten vişneye pek çok meyve ve sebze yetiştirildiğini biliyoruz. Konu oralarda yetiştirilen sebze ve meyveler değil, asıl konu şehir merkezi ve yakın köylerinde meyve ve sebze yetiştirilip, yetiştirilemeyeceğidir.
Çocukluğumda gittiğim Erzurum Valiliğinin bahçesinde kocaman elmalar görmüştüm. 1980li yıllarda, amcazadelerimden Turgut Cinisli’nin, Terminal caddesi üzerinde, şimdi yerinde kocaman binaların yükseldiği mozaik atölyesi vardı. Bahçesinde, mozaik taşının tozları arasında olmasına rağmen patlıcan, bamya, dolmalık biber, sivri biber, domates, fasülye gibi sebzeler yetiştirdiğine tanık oldum.
O yıllarda Şeyhler mahallesinde oturuyorduk ve evimiz bahçeliydi. Babam Cevdet Bey, bahçeye tere, soğan, biber, domates ve salatalık ekmişti, komşularımız da Üniversite’deki bir dostları aracılığıyla çilek getirip ekmişlerdi. Malum, çilek yumuşak ve kumlu toprakta yetişebilen bir meyve olduğundan ve bir de Erzurum gibi bir yerde olabileceği pek tahmin edilemediğinden, herkes ‘burada olmaz’ diye ön yargıda bulunmuştu. Ama zamanı geldi, çilekler büyüdü, kızardı ve toplandı. Tadına doyum olmaz bir lezzette idiler.
Yine aradan yıllar geçti. Yeni semtler kuruldu. Yıldızkent’in bahçeli evlerinde o bahçede yetişen şeftali, kayısı ve vişne yedim; Dadaşkent’te komşularımızın bahçelerinde vişneden elmaya, kayısıya kadar birçok meyvenin yetişebildiğini müşahede ettim. Kendi bölümüm olan İlahiyat Fakültesi’nin bahçesinde yıllardır harikulade vişneler yetişiyor.
Geçtiğimiz hafta Ziraat Fakültesi öğretim üyesi ağabeyimiz Prof. Dr. Vahap Yağanoğlu’nun davetiyle 08.08.2014 tarihinde Abdurrahman Zeynel ağabeyimizle birlikte vişnelerin tadına bakmak üzere Ziraat Fakültesi’nin bahçelerine gittik. Bahçeye bakan Aşur Kavcı kardeşimiz, vişnenin neredeyse bitmek üzere olduğunu, ağaçlardan bazılarının çok yukarılarında bir miktar vişne kaldığını söyledi ve sağolsun bizim için bir miktar vişne topladı. Oturup hep birlikte yedik. Üstelik bu vişneler, organik, yani kimyasal gübre verilmeksizin yetiştirilmiş. Bu güne kadar yediğim vişnelerin en lezzetlisiydi. Aklıma sayın Erzurum Valisi Ahmet Altıparmak’ın ‘Erzurum’da yetişen vişne, ülkemizdeki en lezzetli vişneler arasında yer alıyor’ sözü geldi.
Geçtiğimiz yıllarda Erzurum’a çok az vişne geliyordu; bu nedenle çok az yiyebiliyorduk. Bu yıl nedendir bilmem ama uzun süre vişne geldi ve bol miktarda yeme şansı bulduk. Ama hiç birisi, Ziraat Fakültesi bahçesinde yediğimizin lezzetini vermemişti. Bahçenin her türlü sorunuyla ilgilenen ve bize bu lezzeti sunan Bahçe Bitkileri Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Rafet Aslantaş’ın emeklerine ve eline sağlık olsun. Bu bahçeleri ilk kez kuran tüm hocalara, dekanlara ve yardımcılarına sonsuz teşekkürler.
Bugün orada bir kez daha şu duyguyu yaşadım: Erzurum’da, tropikal meyveler hariç, her tür meyve ve sebze yetiştirilebilir. Yeter ki yetiştirmek isteyelim. Ağaç yetiştirmek, emek ister, özen ister, sevgi ister. Her şeyden önce Erzurum’da çocuklarımıza ve büyüklerimize ağaç sevgisi aşılamak ister. Çünkü biz Erzurumlular, meyveyi dalında fazla görmediğimiz için, daha minicikken koparmanın peşine düşüyoruz. Meyve veya sebze büyümeden koparıp yok ediyoruz. Bu bakımdan önce ağacı ve meyveyi dalında sevmeyi öğretmemiz gerek. Koparmayalım demiyorum, ama olgunlaşıp yiyilebilecek hale gelince koparmalıyız.
İkinci olarak üzerimize atılmış ölü toprağından kurtulmamız gerek. Her birimiz adeta doğduğumuza pişman gibi bakıyoruz hayata. Oysaki hayat, yaşamak için var. Hayatı anlamlı kılan da çalışmak ve üretmektir. Çalışmadan, üretmeden kazanmak, eşyanın tabiatına aykırıdır. Çalışmadan kazanmak, sadece gayrı meşru yollarla olur, o da bizim inancımıza ve ahlakımıza ters düşer. Erzurum’un kalkınmasında tarım, ziraat ve hayvancılığa çok iş düşmektedir. Bunlar da ancak çalışmakla ve üretmekle gerçekleştirilebilecek işlerdir. Planlı, programlı ve ilkeli bir çalışma ile Erzurum, yeniden kalkındırılabilir.
Erzurum’da meyve ve sebzenin biraz geç olması, aslında bir dezavantaj değil aksine avantajlı bir durumdur. Düşünün ki çoğu yerde kiraz, vişne, çilek, domates, salatalık, fasülye, biber mevsimi bitmişken Erzurum’da yeni ürün alınıyor ve çok miktarda üretim olduğu için de diğer şehirlerimize gönderilebiliyor. Üstelik 2000 rakımlı Erzurum’dan gelmiş diye alıcısı da bir o kadar fazla olur. Nitekim Ziraat’in bahçesindeki çilekler, bu fikrimi destekler mahiyetteydi. Bir hafta on güne kadar da çilekler yetişmiş olacakmış, kısmet olursa gidip onların da tadına bakacağım. 30 yıldır akademisyenim, benim bile Ziraat Fakültesi’nde böyle meyveler üretildiğinden haberim yoktu. Demek ki biraz da tanıtım gerek.
Babam Cevdet Bey, eskiden Cinis’te çok tatlı ve lezzetli karpuzlar yetiştirildiğini ve bunların Erzurum şehir merkezinde kapış kapış edildiğini anlatıyor. Yusufeli’den gelen bostancıların Cinis ve çevresindeki köylerde enva-i türden sebze ve meyve yetiştirdiklerini söylüyor. Bunlar, yaşanmış şeyler; yani hayal değil. Peki şimdi niçin yetiştirilemiyor? Çünkü tembelleşmişiz. Her şeyi hazır bekliyoruz. Köylerimizde artık tandır ekmeği, tandır ketesi bile pişirilmiyor. Şehirden veya ilçe ve bucaklardan giden fırın ekmekleri tüketiliyor. Ekmeğimizi bile hazır alıyorsak meyveyi ve sebzeyi haydi haydi hazır alırız. Öyle ya, niçin o kadar emek verelim, niçin çalışalım ki? Nasıl olsa her şey ayağımıza kadar geliyor. Ama bütün bunlar için sürekli cebimizden harcıyoruz. Oysa çalışırsak, harcadığımızdan çoğu, cebimizde ve şehrimizde kalmış olur.
O halde bunlara birer hayal gibi bakmamalı, ekip biçip kazanmanın yolları aranmalıdır. Kazanmanın yolu, tembellikten değil, çalışmaktan geçer. Çalışanı Allah da sever, çalışkan kullar da sever. Tembeli ise Allah da sevmez, çalışkan kullar da sevmez.
Kanaatimce Üniversitemizin Ziraat Fakültesi, Erzurum ve yakın köylerinde sebze ve meyve yetiştiriciliğini anlatıp tanıtımını yapmalı ve Erzurumluya bir heyecan katmalıdır. Değerli Erzurum Valisi sayın Ahmet Altıparmak, Ramazan’da Erzurumlu Emrah Müze Kütüphanesi’ndeki söyleşisinde, Çin’de gördüğü bir sera modelini Erzurum’a uyguladıklarını ve sonuçlarının olumlu olduğunu belirtmişti. Çin’de eksi 40 derece soğukta bile sebze üretilebilen bu seranın da hem Üniversitemiz, hem de tarımsal kuruluşlarımız tarafından behemehal geliştirilip üretime geçirilmesi arzumuzdur. Böylece Erzurum’un tekrar bir tarım kenti olması yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır.
Bu yazıyı yazmamıza vesile olan Prof. Dr. Vahap Yağanoğlu Bey’e teşekkürlerimizle.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.