Önceki yazımızda Alberto Manguel’in Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Tanpınar’ın izinde Beş Şehir” kitabında Erzurum’la ilgili bilgi yanlışlarını ortaya dökmüştük. Bu bilgi yanlışlarının Erzurum’dan birilerince verildiğine ihtimal bile vermiyorum. Adamın niyeti bozuk, kapasitesi dar. Çünkü ilk gün Erzurum’da onu gezdirenlerden biri Erzurum’un en köklü ailelerinden birinin torunu, diğeri şehrin en önemli bürokratlarından biri. Kaç gün kaldı, diğer günler kim gezdirdi, açıkçası bilmiyorum. Lâkin merak da etmiyorum. Hiçbir Erzurumlu Alberto’nun saçmalıklarını bilmez ve anlatmaz.
 
Alberto’nun anlattıkları iyice okunduğunda bu bilgi yanlışlarının çok masum olmadığı görülüyor zaten. Yaptığı bilgi yanlışları zihin haritasını, önyargılarını perçinleyen malzeme olduğu anlaşılıyor. Bu yönüyle Alberto Manguel’i rahatlıkla bir “kerti oryantalist” olarak adlandırabiliriz.
 
Ey Alberto, bu kertilik öyle küf tutmuş ki senin içinde, hızını alamayıp Ermeni memleketi algısı oluşturmak için dadaşlar diyarı Erzurum’u adeta Yahudi Midraşik geleneğiyle yorumlamışsın. Midraşik gelenek sözlüdür ve efsanelerden oluşur. Anlatılan hikâyelerde gerçeklik değil, alınması istenen ders önemlidir.
 
Erzurum’u bin yıllık gerçekliğinden uzaklaştırıp kendi efsanelerine hapsetme refleksinin ürünüdür bu kitap Alberto! Yazdıklarına tüm edebiyat çevreleri ve kamuoyu önünde bir bakalım mı, düş önüme o zaman!
 
1-Sayfa 52’de IV. Mehmet’in Lalapaşa Camii duvarına asılan ve Erzurum halkının vergi vermemeleri gerektiğiyle ilgili metin için “Bunlar hüsnükuruntu sonucu ortaya çıkan dini efsaneler mi?” ifadelerin her türlü mantıksal tutardan uzaktır. Bir iki günlüğüne geldiğin Erzurum’da tarihi bir yapının duvarına yerleştirilmiş tarihi kitabenin hüsnü kuruntu olduğuna nasıl hükmedebilirsin? O metin Osmanlı arşivlerinde kolayca bulunabilecek bir metin. 17.yüzyıl metni, hani çok da eski değil. Peki, hangi akıl ve izanla padişahın bir şehirle ilgili vergi konusundaki fermanını dine bağladın, efsaneleştirdin. Belge ya vardır, ya yoktur. Buna bilim derler, acemi kalem!
 
2-Sayfa 53’te “Gün ortasında müezzinin camiden yankılanan ezanı şarkıları boğar.” cümlesine nasıl iyi niyetle bakabiliriz? “Boğmak” kelimesini ezan için kullanmış olmanı, ezanı kelime yordamıyla olumsuzladığını fark edemeyeceğimizi mi sandın? Erzurum’da ezan okundu mu, müziğin sesi ya tamamen kapatılır, ya kısılır. Bunu böyle bilesin ki Erzurumlu için öncelik, kelimetullaha saygıdır.
 
3-Sayfa 53’te “İnsanlar geçerken yalnızca Türkçe değil, Arapça, Kürtçe, Ermenice de işitilir.” demişsin.Kitabın “Giriş Niyetine Özür” başlıklı giriş yazısında  “kulağıma çalınan bir konuşmanın Türkçe mi, Kürtçe mi, Ermenice mi olduğunu da söyleyemem” cümlesi de sana ait; ama Erzurum caddelerinde Ermenice duyduğuna hüküm vermişsin. Bu ne yaman çelişki! Biz Erzurum’da bir ömür geçirdik Ermenice konuşana rastlamadık, sen nasıl rastladın Alberto iki günde? Kurguladığın Erzurum’un gerçeklerle alâkası yok maalesef.
 
4-Sayfa 55’teki o ölünün ayakkabıları ve hayalet hikâyen? Kurgudan inşa ettiğin şehre, ayrıntıları sokuşturarak zihnin türettiği hayalleri güçlendireceğini sanmıştın değil mi?
 
5-Sayfa 58’de bahsettin Osmanlı padişahı II. değil, III. Ahmet olmalı, 1720’de Paris’e giden elçinin adı da Mahmut değil Yirmisekiz Mehmet Çelebi. Hadi cehaletin bir kenara, yalnız Osmanlı elçisine Parislilerin “ucube” gözüyle baktıklarını söylemen hem cehaletini gösteriyor hem Türke olan nefretini. Kaldı ki, Mehmed Çelebi Paris’te giyimi, hali, tavrı, konuşması ve terbiyesiyle, başta saray olmak üzere, ilim ve teknik kurumlarından ve genel anlamda Fransızlardan da takdir gördü. Fransa tarihini –eskilerden ama- okumanı salık veririm sana. O halde bu “ucube” kelimesi senin zihnin bir resmidir, diyebilir miyiz Alberto?
 
6-Sayfa 58’deki cümle “Erzurum Lisesi’nden öğrenciler de İstanbul’daki yoldaşlarına destek vermek için Gezi Parkı protestolarına katıldı.” Yine çok masum ve gerçekçi cümle, öyle değil mi Kerti Oryantalist? Bu bir gözlem değil, hakikat değil. Lütfen izah edebilir misin bu kanıya nasıl vardın? Müfterisin sen! Kendi ideolojilerinle, temennilerinle ve kininle Erzurum adını kirletme.  Çok da mühim değil; hani derler ya “bir köpek kıyısında gezdi diye derya kirlenmez!”
 
7-Sayfa 58’daki Erzurum Lisesi duvarındaki Osmanlı tarihinden bir savaşın resmini 1920’lerdeki Türk-Yunan savaşına nasıl evirdin? Ya o cümle “Balkan Savaşı’ndan Türklerin Yunanlıları katlettikleri savaşı gösteriyor.” Resimde iki ordu savaşıyor. Savaş anlatılırken “katletmek” kelimesi kullanılamaz. Katletmek ayrı bir eylemdir, savaşmak ayrı. Katletmek savaş dışında haksız bir biçimde cana kıyma demektir. Katledene “katil” denir; savaşana “savaşçı” yahut asker. Sen kelime yordamıyla Türkleri katil yapacaksın biz de sessiz kalacağız. Kirli ruhuna bandırmışsın kalemini zavallı çaylak yazar! Zaten kirli ruhunu ve art niyetini böyle bir kitapta olmaması gereken bir cümlede açık etmişsin: “Bundan uzun yıllar sonra bir okul duvar resmi Gezi Parkı protestolarını mı resmedecek, Ermeni trajedisini mi? Ve kim kahraman olarak gösterilecek? Hangi bayrak yerde çiğneniyor olacak?” Bu anlam ilgileri masum değil asla. Duvardaki bir tablo sana Ermeni trajedisini hatırlatıyorsa, sen yazar değil silahşör olabilirsin. Son cümledeki bayrak göndermen küstahça! Bu cümlelerden dolayı tüm Türk milletinden, bayrağından ve Erzurum’dan defalarca özür dilemelisin.
 
8-Sayfa 59; “Rusların kendi hegemonyaları altındaki bütün yerli halka gösterdikleri tipik hor görme ile Ermenilere kara çaldı ama adetleri edebi hayal gücüne hitap eden Kürtleri yüceltti!” Bu cümle kesinlikle doğrudan Ermeni hamiliğine soyunmuş bir İsrail ajanının cümlesi olabilir. O tarihte güya yerli halk olarak Ermeniler gösteriliyor, Kürtler edebi hayal gücüyle onore ediliyor. Kürt ve Türk arasına nifak sokmaya çalışmış çaylak. Ya Türkler? Sahi Ruslar Erzurum’a geldiğinde şehrin asli unsuru Türkler neredeydi? Türkler aleyhine bir zihin ve algı oluşturmak için Erzurum’a görevlendirmiş hissi veriyor, Alberto’nun her satırı.
 
9-Sayfa 63; Güya Nenehatun’u ABD büyükelçisi keşfetmiş. Burada da Türkleri, Türk ordusunu aşağılama var. Yazıklar olsun.
 
Alberto, Ermeni diasporasının kötü bir propagandacısısın. Değilse zekâ seviyesi düşük, çaylak bir yazıcı olduğunun resmidir bu utanç kitabın. Şimdi bu kitaba verdiğim paraya acıdım. 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
kendi yazana 2016-03-23 11:45:18

sayın ertaş bu şehrin en duyarlı kalemidir. kıskananların peşine düştüğü adam gibi adamdır. ertaşın 4 kasım 2013'deki yazısı internette durmaktadır. cahil ve hasetler bakabilir. alberto muammer cindilli tarafından akşam yemeklerine kalabalık bir grupla görütürülmüş, baltahaneye de... ardından nesim ibrahimhakkıoğlu ve adnan yazıcı şehri gezdirmiş. bu isimlerin hiçbiri şehir aleyhine bir şey anlatır mı. elin gavurunu daha çok sevenler utansın. adam yazacağını kafasına göre yazmış. sayın ertaştan hellalik istemeli bu müfteriler. yazık. erzurum'a yazık.

Avatar
Kendi Yazan 2016-03-22 22:27:59

bu zırtapozun kendisi alberto manguale bilgileri veren, adamı yanlış bilgilerle donatıp erzurumdan gönderenin taaa kendisidir. linç edileceğini anlayaınca apar topar bu yazıyı yazmış belli. bir kaç yetkili kişi manguele yazdı cevap bekliyor. bilgileri kimden almış diyye. isim gelince bakalım bu zavallı nereye kaçacak...