Dünyanın neresinde olursa olsun, bazen öyle olaylardan, öyle söylemlerden olumsuz olarak etkilenirsiniz ki; göğsünüzün tam ortasına koca bir kaya konmuş gibi nefes alamaz olursunuz. Eğer bu kendi ülkenizde olmuşsa, işte o zaman kaya falan hikâye, bir yırtıcı kuş gelir konar göğsünüze ve kalbinizi didiklemeye başlar, parça parça eder!

Ve siz o duygularınızı ve de düşüncelerinizi anlatmak için kelime dağarcığınızı ne kadar kurcalarsanız kurcalayın, uygun bir sözcük bulmazsınız. Her kelimenin yükü sizin yüreğinizdeki ve beyninizdeki yükün karşılığı olmayacak kadar hafif kalır.

Boğazınız da düğümlenir, diliniz de!

Haklı olduğu bir davada, haksızca suçlanırken yargıçların karşısında ne diyeceğini şaşıran biri gibi ölüm fermanınızı beklerken çaresizliğin kıskacına yakalanırsınız.

Sizin için artık tüm kapılar kapanmıştır!

Çıkış kapılarını açmak için ne inancınız, ne de gücünüz kalmıştır.

Yalnızca bir kapı gıcırdayarak sizin için açılır.

İntihar!

Kurban anlamına gelen Arapça "nahr" kelimesinden meydana gelen "intihar" kimi düşünürlere göre yaşamla ödeşmekmiş.

Yani, "ey hayat, al bana verdiğin canı, düş yakamdan," dercesine öze kıyım yapmayı tüm semavi dinlerin yasaklamış olmasına rağmen, ne yazık ki inananların da, inanmayanların da günümüzde bu kapıyı seçtiklerini, duyuyor ve biliyoruz.

Elbet sözü, son günlerde İstanbul'un Fatih İlçesi'ndeki dört kardeşin ve Antalya'daki ailenin dramına getireceğim.

Bu önemlidir.

Bir kişinin psikolojik hali ile yaptığı bir eylem değildir bu!

Dört kişi, dört can çaresizlikten bu kararı almış olmalı; bu eylem her hangi bir inanç grubunun ya da topluca intihar eden gizli bir cemaatin değil, çaresizliğin sonucu olduğu görülüyor.

Her birey kendinden sorumludur, sözünün belki hukuki bir yanı vardır; ama toplumsal bir yanı olduğunu da unutmamak için, biraz vicdanlı olmaya, biraz da siyasete hangi pencereden bakıldığına bağlıdır.

Elbet, hangi görüşten olursa olsun, bu tür olaylar insan olan herkesin vicdanında derin yaralar açar; açmasına açar ama bu tür çaresizliklerin çözümü için de bir duruşunuzun, bir bakış açınızın olması gerekir!

Ne yazık ki günümüzde, yani vahşi kapitalizmde -ki ister yanlış kişilerin araç olarak gördüğü din ile ister materyalist yapı ile olsun- yoksulların daha yoksul, zenginlerin daha da zengin olması salt kaçınılmaz değil, sistemin hedefidir.

Ve kapitalizm öyle koşullar geliştirir ve sunar ki; yoksul kesimin büyük bir kısmı bireyselleşir ve sadece kendini düşünür hale gelir.

Yani, dayanışma yok edilir ve hak arama men edilir!

Yani, bu kesimdeki her birey, toplumun değil, kendi yaşam kavgasına düşer; öyle bir düşer ki ister cihan yıkılsın, isterse han, umursamaz!

"Önce can, sonra canan," sözüne uyar, önce kendini düşünür.

Bu sözü doğru olarak kabulleneler vardır; ama "can" "canan" içindir, "canan" da "can" için olmalıdır. Bu bakışla, bireyin toplum için, toplumun da birey için olması gerektiğini düşünmemiz hiç de yanlış olmaz!

Bakın, Asrı Saadet'te Peygamberimiz, "komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir," diye bana göre mükemmel bir hadis buyurmuş.

Bunu, günümüzde "halkı aç iken, tok yatan yönetenler bizden değildir," der isek, umarım ne 'vatan haini' sayılırız, ne de 'aforoz' ediliriz!

Günümüz koşullarında, yani içine düştüğü çaresizlikle birlikte o gıcırdayan kapının eşiğinden geçmeyi düşünenlerin de olabileceğini düşünenlerdenim!

Olmaz!

Hangi koşulda olursa olsun, direnmek ve topluma dayatılan koşulları düzeltmek için ilkeli yaşamak her insanın en yüce görevi olmalı!

Çünkü, insanı "insan" yapan ve yücelten de budur.

..

İnsanlar ve insanlık yaşadıkça, yaşam insanların önüne öyle olaylar sergiler ki; hayali geniş en ünlü bir roman yazarının bile yazmadıklarını gerçek yaşamda okursunuz!

Ve insansan isek, biraz daha insan olmak için düşünmeliyiz!

Yok, insan değilsek, mesele de yoktur!

Eğer koyun isek, sütümüz tamam da; hiç değilse etimize, postumuza sahip çıkalım!

Koyun örneği, bana bir masalı anımsattı, yazmazsam çatlarım!

Hani bir yalancı çoban varmış, arada bir köye koşar ve olmadığı halde "yetişin, sürüye kurtlar saldırdı," der ve köylüleri dağa toplarmış. Kendine göre yaptığı bu şakayı birkaç kez daha yineleyince, birgün gerçekten kurtlar sürüye saldırmış ve çoban yine yardım istemiş; ama kimse inanıp gitmemiş!

Ve olan sürüye olmuş!

..

Bazı masallar çok şey anlatır anlayana.

Dört kardeş ve bir aile reisi, ailesi ile birlikte çaresizlikten intiharı seçti. Çok acı, inanın duygu ve düşüncelerimi anlatacak sözcükleri bulamıyorum.

Toplumlar intiharı seçmez; ancak, yalanlarla oyalanan, umutlarla beslenen kitleler bu iki uyuşturucu sayesinde farkında olmadan, uyuşarak o intihar denilen kapının eşiğine gelirler.

Bir milletin intiharı, can vermek değil; bağımsızlığını, bayrağını, ulusal birlikteliğini, emeğinin değerini ve tarihini kaybetmektir.

Bu da böyle biline!

Bunun çaresi bilinmeyen bir iksir değil ki!

Gerçekçi olmak ve üşenmeden düşünmektir!

Neden?

..

Dün 10 Kasım'dı.

Ve Mustafa Kemal Atatürk'ü ebediyete göçüşünün 81. yılında yine yasla andık ve aradık.

Bir daha anladık ki O'nun izinden ve fikrinden yürümez isek olmuyor.

İşte bu çok önemli!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.