17 Ağustos 2019. Saat sabah 06:00. Hava muhteşem. Tam yürünecek şartlarda.

Sabah ezanları okunmuş, namazlar eda edilmiş, cadde ve sokaklar bom boş. Seher vakti insan ruhunu dinlendiriyor.

Hergün yaptığımın aksine bugün yürüyüş güzergâhını değiştirerek Palandöken dağına doğru yürüyeceğim. Öyle de yapıyorum.

Güneş henüz ışınlarını göndermemiş, cadde ve sokaklarda in-cin top oynarken Çaykara Caddesi'nden Öğretmen evine doğru yürüyorum. Aniden 60 yıl önceki değirmenler aklıma gelmişken kendimi Atatürk evinin önünde buluyorum.

Bosna caddesinden geçerken Yazıcı ve Dörtgüllü çeşmelerin akmayan su sesini işitir gibi olmuş, bir zamanlar insanların dilek tutup içinden geçtiği delikli taş birden gözümün önünde belirmişti.

İşte Osmanlı döneminde yapılmış şimdilerde ise sahipsiz cephaneliği görüp hemen karşıda yapılmış, bugün olmayan Ester William Tabyasının silueti karşımda belirmişti.

Hızla yürürken Kara Nafiz'in tarlasının olduğu yerden geçmiş, bir zamanlar askeriyenin çöplüğü olmuş yerin üzerinde yükselen binaları ve çukurdaki özel hastane zihnimde derin izler bırakmıştı.

Yürüyorum, caddeler sessiz ve hava bir o kadar nefis. Tam burada Yenişehir üst yol ayrımından Kayakyolu'na yöneliyor, bir zamanlar fidanlık olan yerlerde benzin istasyonu ve yeşil çim sahalar arz-ı endam ediyor.

Belediye bu çim sahaları yaparken ünlü kulüplerin şehrimize gelip hazırlık kamplarını yapması, dağ havasını alıp giderken şehre döviz bırakmalarını amaçlamıştı. Fakat onlarca saha olmasına karşılık bu sahalarda in- cin top oynuyordu. Ama ben göremedim. Gören varsa bilmiyorum....

İşte villaların önündeyim. Gördüğüm kadarıyla düzgün olmayan gelişi güzel pilanla yapılmış, sanat zevkinden mahrum yerlerdi. Saat yedi sularında olmasına karşılık etrafta çıt ses yoktu.

Bir zamanlar Erzurumun tuğla ocaklarının olduğu ve binlerce insanın çalıştığı bu yerler artık beton yığınına dönüştürülmüştü.

Yolun sağ ve solunda inşaat alanı olmayı bekleyen yerlerinde erozyonun en iyi önleyicisi olan "gevenler" güzel bir görünüm arz ederken, artık güneş her tarafı aydınlatmış, Erzurum ovası bütün güzelliğini bakan gözlere gösteriyordu.

Şehrin ortasında kalmış, Küçük ve Büyük Kiremitlik tabyaları, Topdağı'ndaki Aziziye, Mecidiye tabyaları seçilebilirken Köse Mehmet Gediğinin üstünde muhteşem Çobandede tabyası daha uzaklarda Kargapazar dağları ve 1916 Şubatında sivil ve asker dayanışmasıyla ortaya konulan destansı bir mücadele ve üç bin sivil Dadaşın can verdiği Kargapazar şehitlikleri inanın insanın gönlünde derin izler bırakıyordu.

Karşıda Dumlu Baba, Gavur ve Mescitli dağları tüm ihtişamıyla Erzurumlu dadaşlara selam gönderirken şehir henüz uykusundan uyanmamıştı.

Tam karşımda Palandöken dağ silsilesi, 3170 metre yüksekliğindeki Ejder tepesi, televizyon kulesi Türk coğrafyasına el sallıyordu. Çıkarken yolun sağındaki Palandöken sularının oluşturduğu dere üzerine yapılmış Yüksek İrtifa Kamp Merkezi, ben buradayım derken, spor yapan hiç bir kimsenin olmamamsı dikkatlerden kaçmıyordu.

Hani bir zamanlar Palandöken, 12 Mart, Dağcılık, 3 Temmuz gibi amatör futbol takımlarımız vardı. Onlar şehrin marka değerleriydi ama sahaları yoktu. Şimdi saha çok takım yok...

Artık çıkış bitmiş iniş başlamıştı. Uzaktan köpek havlamaları gelirken yağmur yağmadığından çabuk kuruyan otlar sonbaharı işaret ediyordu.

Gördüğüm manzara karşısında yüreğim sızlamış, Ahmet Karadayı'nın yaptığı ve şikayetler üzerine yapımı durdurulan binaların enkazı sanki Erzurumluya yapılmış en büyük kötülük olarak karşımda durmaktaydı.

Hızla aşağı inerken birden çok büyük hizmetlere imza atmış Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü karşımda belirmiş ve Birinci Dünya Savaşının yokluk ve acı günlerinde bir avuç Türk doktorunun ürettiği aşıyla yüzbinlerce insanın aşılanıp hastalıktan kurtulduğu aklıma gelmiş hemen yanında 1960 öncesi şehitlerin kabirlerinin olduğu mezarlık beni ta ötelere götürmüştü, ama artık bu şehitlik yoktu.

Biraz aşağıda 12 Mart 1918 sabahı Ermeni Çetecilerin şehit ettiği Teğmen Ali Ravi ve adının verildiği caddeden aşağı inerken içimden neler geçmedi neler...!

Askeri Hamam, Jandarma kışlası, eski hapishane, Hannane Paşa konağı Erzincankapı derken Mumcu Caddesi ve Atatürk'ün nüfusa kayıtlı olduğu mahalle ...

Yürümeye başladığım andan itibaren iki saat geçmiş, yorgunluk bütün belirtilerini göstermiş, lakin artık eve gelmiştim.....

Demli çay ve simitler ilaç gibi gelirken bir sabah gezisi de sonlanmıştı.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.