Bugünlerde başkanlık sistemi tartışmaları ülke gündemini işgal etmektedir. Konuya ön yargılı, peşin hükümlü bir tavırla bakılmamalıdır.
         Siyaset felsefesi, kim yönetmeli, nasıl yönetmeli sorularına cevap arar. Bu konuda en can alıcı değerlendirmeyi Eflatun Devlet, Aristoteles Politika,  Farabi Medinetü’l Fazıla, İbn Rüşt Siyaset Üzerine Zorunlu Bilgiler adlı eserlerinde yaparlar. 
         Liderliği karizmatik diktatörlük ve demokratik liderlik adıyla ikiye ayırabiliriyiz.     
         Karizmatik diktatörlüğe en az ihtiyaç duyan toplumlar, olabildiğince çok sayıda yurttaşın en fazla katılımıyla yürütülen “anayasal hükümetle” idare edilen toplumlardır. Yönetimde demokratik liderliğin işi karizmatik diktatörlüğün işinden çok zordur. Çünkü demokratik toplumun liderliğini yürüten insan, işlerini açık, yurttaşların işbirliğine, onları ikna etmeye ve onlarla akılcı diyaloga dayanarak hesap sorulur durumda yürütür.
         Demokratik liderliğe dayalı yönetimi, karizmatik diktatörlüğe dayalı yönetimden ayıran en temel dayanak, muhalefetini kendi içinde barındırıyor olmasıdır. Muhalefetin varlığı onun için bir kazançtır.
         Biliyoruz ki, demokraside sistem sağlıklı işlerse karizmatik diktatörlerin ortaya çıkması engellenmiş olur. Bunun için demokratik liderlerin siyasi sistemin yapı taşlarının sağlamlığı üzerinde çaba sarf etmesi gerekir. O, yurttaşların üzerine düşen sorumluluktan kendilerini uzak tutarak kendi yerlerine başkasının karar vermesine fırsat vermemelidir. Halkın yurttaşlık haklarının olduğu kadar sorumluluğunun da olduğu bilinci eğitim yoluyla sağlanmalıdır.
         Filozoflar bir liderde bulunması gereken özellikler üzerinde dururlar.  Bu özellikleri İbni Rüşt yukarıda adı geçen eserinde, “Güçlü bir hafıza sahip, bilgiyi seven ve öğrenmeye istekli, doğruyu seven ve yalandan nefret eden, duyusal hazlardan uzak, mal ve mülke karşı ilgi ve sevgisi olmayan, cüzlerden daha çok külliler üzerinde hayal ve görüş sahibi, çok güçlü inanca sahip, iyiyi ve güzeli aramaya isteği ve istidadı olan, düzgün konuşma yeteneğine sahip olduğu nispetle de zeki olan” diye belirtir.
         Aranan bu vasıfların yanında demokratik lider kendisine ve halkına karşı dürüst, sadık, davranışlarında tamamen adil davranan olmalıdır. Ruh ve akıl sağlına sahip; cesaretli, nezaketli, saygılı, alçakgönüllülükle donanmalıdır. Politik değerleri, ahlaki değerlerinin önüne geçmemelidir. Ahlaki değerlerini politik değerlere asla feda etmemelidir.
         Yaratılış gereği insan her zaman iyi olmayabiliyor. Zor şartlar insanın ruh ve akıl sağlığını etkileyebilir. Bu durumda gücü elinde bulunduran insan bu gücü sayesinde insan özgürlüğünü kısıtlayabilir ve kazanılmış insan haklarını zedeleyebilir. Yine de insanın umutları ve beklentileri iyi bir demokratik lidere yönetimi teslim etmektir.
          Gerçek liderin değeri, kendisini izleyecek olanları ne kadar iyi hazırladığına bağlıdır. Zayıf karakterli, kendini yönetmekte bile zorlanan kişileri etrafına toplayarak yönetim işini yapan liderler ülkesine kötülük yapan insanlardır. Bu karakterde olanlar bir gruba girerek ve bu grup aracılığıyla ortadaki payı paylaşmayı umarak güçlünün önünde isteğiyle diz çökerek ve kendisini küçülterek, yönetimde söz sahibi olmak isterler.
          Alkışçının bol olduğu kitlede liderlik işi kolaydır. Yine siyasi ve ekonomik buhranlar içerisinde olan toplumları yönetmek de kolaydır. Yılana sarılmak misalinde olduğu gibi. En zor olanı ise, toplumun ahlakını ve fikir kapasitesini geliştirerek, demokratik sistemin yükünü kaldıracak ve onu sürdürülebilir hale dönüştürecek yurttaşlar yetiştirerek demokrasinin bilinçsiz halkın elinde yozlaşmasına fırsat vermeden yönetmektir. Bilim ve teknolojideki hızlı gelişime rağmen insanlığın elde ettiği siyasi sistemlerin sayısının beşi geçmediği gerçeğini ortaya koyarak, demokrasinin korunması için hakikatleri derinlemesine inceleyebilecek sağduyulu yurttaşlar yetiştirmektir.
         Tarihi tecrübemizi kullanarak ve geçmişteki siyasi sicilimizi de göz önünde tutarak, yaşadığımız sistemin kötülüklerini gidermek için yaşamadığımız ancak hayal ettiğimiz sisteme başvurarak çare aramada oldukça dikkatli olmalıyız. Ümitlerimizi kişiye değil, insanlığın ortak aklına ve temel siyasi ilkelere bağlamalıyız. Parlamenter demokrasiyi yaşatmamız için ülkenin ve insanlığın çıkarlarını, parti çıkarlarına sadakatle ve körü körüne bağlanan insanların çıkarlarına feda etmemeliyiz. Dahası bazen politikacılara kendi vicdanlarına uygun olmayan ama parti politikasına uygun olan konularda baskı yapılmaktadır. Çünkü bazı politikacılar kişisel çıkar ve hırsları için vicdanlarını, inançlarını ve erdemlerini feda etmeye çoktan razıdırlar.  
         Yine ulusal kişiliğimizi, eğitim düzeyimizi, ahlaki kazanımlarımızı göz önünde tutarak, uluslararası siyasi ve ekonomik kazanımlarımızı da göz ardı etmeden siyasi sistemimizi yeniden okumalıyız.
         Dünyadaki birçok ülke ve özellikle Asya, Afrika, Güney Amerika ve Pasifik’te sömürgeci Batı ülkelerinin sömürgesi olmuş pek az ülke ister mutlak ister onursal olsun yakasını monarşiden zor kurtarmıştır. Ya da kurtaramamıştır.   İngiltere dâhil birçok Baltık ülkesi bile kendini monarşiden kurtaramamıştır. Monarşi ile demokrasiyi beraber yaşatmaktadırlar. Baltık ve ada ülkelerinde monarşilerin eleştirisine ve bu yönetimlerin kaldırılması çabasına rastlamadım. Bizlere bu monarşilerin onursal ve sembolik olduğu söylense de kimse bunların yetkilerinden söz etmemektedir.
          İnsanlığın geçirdiği ağır tarihi şartlar bugün karizmatik liderlere ihtiyaç duymama arzusu doğurmuştur. Bu arzu insanlığın geliştiğinin belirtisi olarak görülebilir. İslamiyet’te Tanrı Elçileri’nin son bulduğu, dinin ve nimetin tamamlandığı inancı bize insanlığın kendi ayakları üzerinde duracağını müjdelemektedir. Ancak Tanrı insana güvenerek Tanrı Elçisi/Resul, Çapar, Salıkçı, Haberci/Nebi göndermeye son vermesine rağmen insanlık kendine olan güvenini zaman zaman koruyamıyor. Toplumlar, değişik adlarla liderlere Tanrı’nın rızası olmamasına rağmen onlara Resul ve Nebi muamelesi yaparak yardıma çağırıyor. Liderler ve kahramanlar kitlelerin bu zayıflıklarını keşfederek ve peşlerinden sürükleyerek ya insanlığa unutulmayan acılar yaşatıyorlar ya da bu acılardan koruyorlar.
         Batı bilim anlayışında dün doğrulamacı yöntem anlayışı öndeyken bugün yanlışlaşmacı yöntem anlayışı kabul görmektedir. Marx kapitalist sistemin eksiklerini bir Marxsist olarak değil Marx olarak aradı. Marxsistler ise sosyalist sistemin hep doğrularını aradı. Marx kapitalist sistemin en zayıf noktalarını keşfedip açığa vurdu. Kapitalistler de bu açılan delikleri kapatarak kapitalizmin sürdürülebilirliğini sağladılar. Kapitalizmi en iyi anlayan Marx olduğu için ona en çok iyiliği o yaptı. Komünizm’in ise Marx gibi bir eleştirmeni olmadı. Eleştirmenlere de nefes aldırılmadı. Komünist ve Faşist totaliter yönetimler kendi muhalefetini yaratmadı. Yeryüzü cennetini yaratacağım vadiyle geldiyseler de uzun soluklu olamadılar. Yaşamasını kanlı teröre, toplu sürgünlere ve ölümlere bağlayarak totaliter rejimi yarattılar. 26 yıllık iktidarında Mao, Çin’de 70 milyon, Bolşevikler ise 1917-1953 yılları arasında Rusya’da yaklaşık 54 milyon yurttaşını öldürdü.
          Eğer başkanlık sistemine doğrulamacı yöntemle bakarsak kusurlarını sorgulayamayız. Yanlışlaşmacı yöntemle bakarsak hem kusurlarını hem de iyi taraflarını görürüz. Başka bir ifadeyle başkanlık sisteminin iyi işlediği örnekleri sayıp dökmek yerine işlemeyen örneklere dikkatlerimizi yoğunlaştırmamız daha sağlıklı bir yol olur kanısındayım.
         Farabi hariç diğer filozoflarda demokrasiden sonra tiranlığa dönüleceği anlayışı egemendir. Batı demokrasileri zaman zaman özellikle İkinci Dünya savaşını yaratan liderler demokrasiden tiranlığa ve diktatörlüğe dönerek Eflatun’u doğrulamıştır.
                 Türk demokrasisi ise yüzeli yıldır askeri ve sivil çabalarla tiranlığa ve diktatörlüğe değil daha sağlıklı işleyen demokratik devlete kavuşma çabası içerisinde olmuştur. I.Meşrutiyet’te temel çaba hükümdarın yetkilerini sınırlandırma çabacıydı. II. Meşrutiyet’i hükümdarın kendisi ilan etti. Cumhuriyet dönemi daha önce fidan olarak ekilen “Türk Demokrasi Çınarını” büyütme dönemidir. Bugün cumhurbaşkanının yetkilerinin fazla sorumluluğunun az, hükümet başkanının yetkilerinin az sorumluluğunun fazla olduğu ileri sürülmektedir. Yetki ve sorumlulukların artırılması veya eksiltilmesi konusunu Türk demokrasisi kendi içerisinde giderebilir. Türk demokrasisi Farabi’nin görüşünü doğrulayarak diktatörlüğe dönmeden daha erdemli bir demokrasiye doğru yürümelidir. Türk demokrasi tarihini bu açıdan okuyorum.
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.