Beş altı sene önce bir toplantı için İstanbul’a gitmiştim. İşlerim erken bitince fırsattan istifade kıymetli bir ağabeyimle buluşmayı murat edip telefonla aradım kendisini.

- Yarın akşama kadar buralardayım, kardeşine çay ikram edeceğini umuyorum.
- Aman efendim çay ne demek. Yarın öğlen vakti buluşup hasret giderelim, bir sofra başında sohbet edelim.
- Ağanın eli tutulmaz, Yeşilköy civarında bir misafirhanede kalıyorum, arzu ettiğin yere gelebilirim.
- Tamam! Öğle namazında Sultanahmet Camisinde buluşalım o halde. Minberin sağına düşen sütunun altında bekleyeceğim kardeşimi.
- İlahi ağabey! Buluşma yeri cami içi, sütun altı; saat öğlen namazı. Tam Erzurumlu işi vallahi!

Deyip, telefonu kapattım.

Sultanahmet Camisinin o ferah ve uhrevi havasıyla ruhlarımızı dinlendirdikten sonra, hemen bahçedeki güzel bir lokantada mükemmel bir ziyafetle midemiz de bayram etti.

Unutmadan söyleyeyim, birçok hemşehrime anlattım bu güzel hatırayı. Şimdi onlara “bilin bakalım Erzurumlu iki ‘geç delikanlı’ İstanbul’da nasıl buluşur?” diye sorduğumda“ Sultanahmet Camisinin sağ ön sütunun altında” diye cevap veriyorlar, gülümseyerek.

Hoşsohbet ağabeyimle tavşankanı çaylarımızı yudumlarken Ayasofya'nın görkemli manzarasını hüzün ve hayranlık ile seyretmiştik.

Otuz yıldır İstanbul’da yaşayan ağabeyimiz, itiyat haline getirmiş Cuma namazlarını Sultanahmet’te kılmayı.

Bu süre zarfında Ayasofya’yı hep uzaktan temaşa ile yetinmiş ve ahdetmiş:

“Cami olarak ibadete açılmadan, müze ziyaret eder gibi bu kutsal mabede adımımı atmayacağım.”

“Neden?” diye sorduğumda şöyle cevap vermişti:

“Girsem bir köşede namaz kılmam mümkün, ama ayağım gitmiyor, ayak nasıl gider ki gönül gitmeyen yere. Sanki müzeyken girsem Fatih Sultan Mehmet Han dedemin mübarek ruhu incinir, vakfiyesindeki bedduaya muhatap olurum diye bir endişe var içimde. Ama kesinlikle inanıyorum, burası bir gün tekrar cami olacak ve Yüce Rabbim burada namaz kılmadan canımı almayacak benim.”

Dün müjdeli haberi işitir işitmez ilk işim bu ağabeyimi aramak oldu. Alo der demez “Niçin aradığını biliyorum. Milletimizin müşterek beklentisine cevap veren ve şanlı ecdadımızın ruhlarını şad edenbu tarihi karar için
Sayın Cumhurbaşkanımıza
minnettarız. Var mısın 24 Temmuz’da bu sefer Ayasofya’da buluşmaya. Vakit ve sütun fark etmez, yeter ki içeri girip Sultan Fatih'in ruhu ile buluşalım.” Dedi.

Seksen milyon gibi o da sevinçten uçacak gibiydi. Telefonu kapatırken mutluluk gözyaşlarının ahizeye damladığını hissettim.

Telefonu kapatır kapatmaz, o derin hissiyat ile sosyal medyadan şu paylaşımları yaptım:

Danıştay’ın iptal kararının ardından Cumhurbaşkanımızın kararı ile Ayasofya Camisi Diyanet İşleri Başkanlığına devredildi ve ibadete açılması kararlaştırıldı. Çok şükür hüzün ve hasret sona erdi. Ayasofya‘nın yeniden fethi kutlu olsun!

Çekingen teşekkür, mahcup takdir vakti değil. Sevincinizi haykırın. Olay büyüktür, kıymetlidir, tarihidir. Artık Ayasofya camidir. Karar, milletin derin hafızasındaki büyük travmaya şifa olmuştur. Minareler zincir tutmaz, ezan susmaz, bayrak inmez bu ülkede. Keyifliyiz, mutluyuz.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.